Ekim

Ev sahiplerinden ve hikayelerinden bağımsız olarak, bu tartışmayı oluşturan zihinsel çağrışımların merkezindeki rolü sebebiyle bu "yeni ev" fotografıyla başlayalım ve genç çifti muhabbetle selamlayalım. (Eylül 2013, Çengelköy)


ali akyurt'a, sidar bayram'a ve osman özarslan'a


evlilik meselesinde "ev"in oynadığı rol, etimolojik fantezilerden, kelimeye ve manaya indirgenmiş mülahazalardan çok daha fazlasına karşılık geliyor. genç çiftler evi, gerçekleştiremedikleri cinselliklerinin mekanı olarak tanımlıyorlar. burada cinsellikten kastım sadece sevişmek değil, ilişkinin duygusal boyutuna taaluk eden her türlü aksiyon ve pratiği kastediyorum.  bu anlamda ev mekan, "mahrem" değil, esasen bir "private space", son derece liberal bir mülkiyet fikri üzerine bina edilmiş bir özel alan yani. bu alanda sevişmenin dışında pek çok gündelik ve bir o kadar da toplumsal rutin, "bakın biz bugün ne yaptık" coşkusuyla çiftin fantezilerinin pratiğine dönüşüyor. eşle dostla muhabbetle şenlenecek bir kahvaltı sofrası, boğaz kenarında brunch tribine hızla evriliyor. toplumsal olan ile bağlantısı koptukça gündelik fiiller metalaşıyor.

evin açıklığının sürdürülmesi, örgütlenmeyle de yakından ilgili. nihayette gençlik/öğrencilik ilişkilerinin yıkımının arından kurulan sosyalliklerin ev mekanına açılımı, taşması veya eklemlenmesi kimlerin bu evlere kabul, kimlerin ise reddedildiği ile ilintili meseleler. mevcut imkan ve sıkıntılara rağmen evde bir çekyatın, bir kenarda döşeğin olması gelenin geceleme ihtimalini, akşamların sabahla buluşmasını, muhabbetin uzayabilmesini, uzun muhabbetlerin başka hukuklar yaratmasına kapı aralıyor. nihayetinde uzun gecelerde şeriat devletleri kurup, küfür nizamlarını yıkan bir kuşağın çocukları değil miyiz biraz da. soru, bu gecelerin bugün de örgütlenip örgütlenemeyeceğine dair.

Mecidiyeköy'ün fotografını bir türlü bulamadım. Fakat Mecidiyeköy'den sonra tayfacak çöktüğümüz, Samet, Enes ve Kadir'in Türkan Şoray'ın karşısındaki evlerinin arka balkonundan çektiğim bu fotograf, Marmara yerine ikinci köprünün ayağını gören vadi manzarasıyla bana Mecidiyeköy'ü en çok anımsatan kare oldu. (Ocak 2011, Hisarüstü)
evin bir orta sınıf fantezisine dönüşmemesi, arzu ekonomisine dair alınan kararları engelleyecek ideolojik motivasyonların kuvvetine bağlı. diğer bir ifadeyle hasır minderde değil de deri koltukta oturmanın ve öyle bir ev kurmanın tercihini yapacak öznenin politik örgütlülüğü kilit. bizim mahallenin vasatı üzerinden (biraz da meseleyi cinsiyetlendirerek) devam edersek evin ve evliliğin inşasındaki arzu nesnelerinin, tüketimin, gündeli eşyanın kurulumu kadınların kararına terk edilmiş meseleler. mütedeyyin/müslüman erkeğin eve dair bir ütopyası yok. bunda ekseriyetin gençlik/öğrencilik deneyimlerinin kötü yurt/öğrenci evi etrafında şekillenmiş olması da etken. nihayetinde bu birlikte kurulmayan, karşılıklı feragat ve tavizlerle örülmüş bir icrayı dayatıyor.

"bizi orta sınıf yapan kadınlardır" gibi bir şeye indirgemek değil niyetim, demeye çalıştığım evlerimizi ve evliliklerimizi orta sınıf kılmayacak, aksine özgürleştirecek imkan ve ihtimalin kadınların ellerinde olduğudur. gündeliğin, pratiğin, mikropolitikanın kadınlıkla alakasını burada akla getirmek gerek. kadın temelli bir örgütlenmenin ve ideolojik perspektifin gündelik hayata dair pratikleri ve politikaları, makro siyaset eksenli klasik siyasanın çok daha ötesinde bir derinliğe teallük etmekte. şahsen kadınlık zanaati mikroya, gündeliğe, pratiğe dair söz ve eylem üretme kapasitesi çok yüksek bir ideoloji olduğunu düşünüyorum, feministler beni yakmasın, anamın evladıyım.

 Osman Abi'nin benim el koyduğum Yashica Mat 124 kamerasıyla, Hisardaki son evinde çekilen bu fotograf, üzerimizde çok emeği ve hep teklifsiz misafirperverliği ile ödenmez emeği olan, benim "ev" fikriyatıma da  paha biçilemez katkıları olan Osman Abi'ye dair unutamayacaklarımızdan bir karedir. (Ocak 2009, Hisarüstü)

evin açıklığının, kamusallığını, toplumsallığının mahremiyetle alakası olmadığını düşünüyorum. aksine mahremiyet belirli bir çoğullukla karşılaşma halinde tekilliklerin muhafaza ve setrine dair bir mesele gibi geliyor bana. çoğulluklardan mahrum ve münezzeh tekilliklerin mahremiyet meselesi zaten yok. inşa edilen duvarlar, arkasına gizlenilen yüksek güvenlikli siteler başka bir hayat ve nizamın arzularınca örgütleniyor. sakinlerine bu rejimi telkin ediyor, meskunları bu rejimi ve fikriyatı içselleştiriyor.

hala başka bir evin örgütlenebileceğine, kurulabileceğine inanıyorum. onun için mutluluğu tek başına değil hep beraber arayan kavgamıza dair notları, hafızaya düştükçe düşmeye devam edeceğim.



gelecek bölüm: "hayatta bir kez oluyor": evlilik, zamansallık ve çoğulluk



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

felahçilar*

Aralık