Aralık

Zamansallık ve tarih meselesini tartışırken mevzu ister istemez hafızaya ve eşyaya geliyor. Nükhet Sirman'ın affect Meltem Ahıska'nın memory dersleri sağolsun, hafıza meselesi tedrisatımızda mekana ve eşyaya da taalluk ediyor. Evliliğin tüm materyal ekonomisi, kurulan evin nesneleri, aynı zamanda bu hafızayı kuran, yaşatan, taşıyan şeyler. Hülasa asla kendilerinden, kapladıkları yerden, biçim ve işlevlerinden ibaret değiller. Sembol siyasetini tasfiye edeli oluyor. Dolayısıyla burada tartışmaya çalışacağımız şey, ilişkinin eşya ile alakası üzerinden ürettiğimiz hafıza ve hatıraya dair, eşyanın temsili yahut sembolik mahiyeti, aşırı belirlenmiş vechesi, etiket fiyatı üzerinden biçilen iktisadi ve ahlaki değeri değil. Tekrardan altını çizmekte fayda var, eşyanın kendisini, aslını, neliğini değil, eşyaya dair olanı, vusülünü, nasıllığını konuşacağız. Sembolik ehemmiyetinin, temsili mahiyetinin  bu tartışmada mana ve ehemmiyeti yok.

Müstakbel çiftler evlerini kurarken çeşitli karar alma süreçleri ve ölçütleriyle eyliyorlar. Çoğu zaman bu toplumsal kalıp ve kuşatmalar içerisinde gerçekleşiyor. Analar, babalar, teyzeler, halalar, kayınvalideler, görümceler, eltiler, baldızlar arzuluyor, istiyor ve dayatıyorlar. Aslında bir bakıma arzuladıkça kendilerini kuruyor ve var ediyorlar. Gümüş tepsi isteyince kayınvalide, yatak odasının rengine müdahale edince görümce olunabiliyor. Bu arzu ve baskılar "hayatta 1 defa", "ama dünyada olmaz", "ne münasebet", "hakkımı helal etmem", "kırılırım", "sen beni sevmiyor musun" ve benzerleri ile meşrulaşıyor, birbirine gönül vermiş, sevişmiş çiftlerce ifa ve icra ediliyor. Hülasa kurulan bu dünyada, salt çiftlerin kararları değil, onlara dikte edilen kararlar da sözkonusu.

Her soru-n, nasıl karar verileceği mahiyetiyle bir hukuk ve buna mukabil mukavemet ve muhalefetler kurar. Dolayısıyla kurulan bu materyal ekonominin bizzatihi kendisi, stor perde, gümüş vazo, ithal duvar kağıdı ve amerikan buzdolabı zemininde bir mukavemet ihtimaline de haizdir. Müzakereler olanca ağırlığı ve gerginliğiyle sürerken, yaklaşan tarih kendini dayattıkça, alınan kararlar kırmızı çizgileri aşmaya, kimlikleri aşındırmaya başlar. Müstakbel ve mesud o biricik gün gelip çattığında adım atılan mekan, hayali kurulan değil, düzen tarafından kurulan üstelik rıza ve arzusu artık bizzatihi hayalperestlerce üretilen bir yer halini almıştır. Mukavemetin imkanı, düzenle bütünleşmeye, düzence soğurulmaya dönüşür.

Bu makus ve müstakbel tarihle olan kavgamız bakidir. Bu kavgaya dair nasılları bir parça daha masaya yatırsak, muhalefet ve mukavemetimizin hatları da belirginleşir ümidindeyiz. Hanlardan Plazalara vesilesiyle mülakat yaptığımız bir züccaciye tüccarı, Türkiye'de her yıl ortalam 1 milyon çiftin evlendiğini ve bu kadar yeni ev kurulduğunu söylediğinde, küçük dilimizi yuttuyduk. Nükhet Sirman da ETHA'ya verdiği röportajda, Başbakan'ın sürekli olarak aile ve çocuk vurgusu üzerinden icra ettiği muhafazakar ahlakçılığın ekonomik temellerinin konut piyasasındaki aşırı arz olduğunu iddia ederken, o kadar da spekülatif değil. Bizi evlendirmeye can atanların, bir parça da bizi yola koymaktan başka kendi işlerini de yola koymak gibi kaygıları olmadığını iddia etmek bu koşullarda saflık. Meselenin ekonomisine, excell tablolarına girince zaten ortada ahlak maneviyat kalmıyor. Marx haklı galiba, savaşımız sınıf savaşı, ekonomi-politiğin affı yok.

Peki temel insani barınma ihtiyaçlarının, insan hayatını hoş ve mesud kılacak makul detayların ölçütünü asgariye çekmek, eşyanın esiri olmadığımız, madden ve manen borçlandırılmadığımız bir ekonomiyi inşa etmek mümkün değil mi? Muhakkak ki mümkün. Minderli, möblesiz, yer sofralı İslamcı evleri geç 80'lerin erken 90'ların bilinen bir fenomeniydir, fantezi veya nostalji değil. O yılların mevcut tartışmalarının cisimleşmesi olarak görünen bu pratiklerden bugüne aktarabileceğimiz bir akıl ve miras elbette ki var. Bundan maada değere ve temsili işlevlere değil, eşyanın tabiatına göre bir akıl ve amel şüphesiz ki bize dayatılan bu materyal kültürü aşmak için önemli bir yol. Tam da bunun için orta sınıf bir hazcılıkla, tüketimc fantezileriyle değil, etkileşime girerek, hal dilinden konuşarak eşyaya muamele etmenin farkına varmak elzem. Bu aynı zamanda hayatla harbi ve hakiki bir ilişkiye girmenin de koşulu. Nihayetinde tüm tantana son erdiğinde başbaşa kaldığımız ev, yeni hayatımızın imtihanının mekanı. Kurulan ve düzüle tüm materyaller de bunun zemini, aracı ve şahidi olacak. Mesele bu şahitliği hakkıyla örgütlemekte galiba.




Yorumlar

Unknown dedi ki…
geçen gün şöyle bir şeyler düşünüyordum,ilerde bakmak üzere: ev eşyalarının sokağa inip barikat olarak kullanılması fenomeni. elimde yunanistan, türkiye, brezilya falan bir kaç foto vardı. kaybettim şimdi. ama bu sokaktaki ev eşyaları görüntüsünün bize söylediklerini düşünüyordum, başlıca barikat malzemesi koltuk mesela, koltuğun ev içine kapalı tv önü sosyal yaşantısından kurtulup yollara düşmesi,bütün ev içi eşyaların da evlerinde sıkışıp kalmış insanlarla beraber sokağa inmesi, eve sığmaması. bir de eşyalar domestik olunca ve bir anda sokakta belirince insanın ister istemez aklına kadınların da sokakta olması geliyor. böyle işte. birisi bunu yapsa makalenin başlığı da şöyle olsa: "bir barikat malzemesi olarak ev eşyası: küçük kutularımızdan nasıl taşmıştık?" (ya belki de ben buna benzer birşey kesin okudum da ondan geldi aklıma?) yazdığın şeyle başka bir yerden ilişkileniyor, bildiğin ettiğin kaynak varsa paylaş benle. son olarak kendi notlarıma şöyle bişey yazmışım: "yaşasın mobilyasız möblesiz bir hayat.
kamelyasız gölgesiz bir çardağa ise geçit yok." bunun üzerine tekrardan düşündürdüğün için de eline sağlık!
Esma dedi ki…
eline saglik mustafa, guzel dusunmus ve soylemissin. en mahrem, en "siyaset disi" tahakkumlerin kristallestigi, kendisini su yuzune cikardigi, belki de bu yuzden taraflarda pek cok sinir harbine, kopuslara, catismalara yol actigi icin evlilik sureci hakikaten hakkinda kafa yorulmasi gereken bir olay. ciftler disinda o kadar cok kisinin "interest"i bir anda sozkonusu oluyor ki evlilik modern duzende kiminle alakali kafada soru isareti kalmiyor. emlak piyasasindan, ulkenin artirilmasi gereken is gucunden tut, anne-babalarin toplumsal sermayesine ve prestijine kadar ne cok incitilmeyecek denge var. ama tabi baska bir dunya mimkin.
Alperen dedi ki…
Mustafa sen Ömer abinin evini görsen ağlarsın herhalde
hanzalan dedi ki…
evine değil haline ağlıyorum.
Mehmet Talha dedi ki…
bu episodu yeni gördüm, sezon finali gibi. yine sorulara cevap vermemiş hissi verirken eşyaya dair yeni sorular ki eşyanın şeyler çoğulu olması çok manalı geliyor bana. ama esas, bir yandan orta sınıf zevklerimizi taşıyıp bir yandan onlara zerre değer vermemeyi, mülklenmeden "o bahçeler içre pınar başlarında" yaşamayı mı düşüncez, yoksa bu "nimetleri" dünden razıların mülkiyetine mi terk edeceğiz? avize, ankastre uzak durması kolay şeyler ama bir de bunun home sineması, kahve makinası, yani önce hakkaten neyi ne kadar reddettiğimizin kararını verebilsek belki dört taraftan gelen "fikirlere" karşı çıkmanın yolu bulunur. yoksa el yordamıyla o anki hissiyatın ve aileye hele dur deme performansın belirleyen oluyor. yani lafı burada "modernite" "batının tekniği" geyiğine getirecek değiliz. ama ne ölçüde (göz kararı mı) sünnete bakacağız, birşeyi hangi ölçüyle tutacağız, tartacağız sorusu muallakta kalıyor yine.
hanzalan dedi ki…
sana es-Sebil ile cevap veriyorum talhacım :)
http://sabbasiyyun.blogspot.com/2010/11/es-sebil-ii-merhale.html

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

felahçilar*