Özür
Dünya Bizim portalında, icabına göre kimi başka yayın organlarında yaz sonunda tekrar eden bir haber vardır. Boğaziçi Üniversitesi'nde pastoral bir Müslüman kardeşliğindne bahseden, bu gavur mektebine gelen saf ve temiz Anadolu çocuklarına ve ebeveynlerine biz buradayız diyen bir çağrıdır bu. İlk bakışta çok halisane, dayanışmacı ve sıcak bu merhaba, camianın içine girdiğinizde, kimin kardeş olup kimin düşman olacağına pek mükemmel karar veren mekanizmaları, hiyerarşileri, kurum ve teamülleri deneyimlediğinizde değişir. Midenize kramplar girer, hafakanlar basar. Ümmetten de, kardeşlikten de tiskinmeye başlar, basarsınız kalayı.
Ben de geçtiğimiz Eylül başında aynı haberi görünce durmadım bastım kalayı. Haberin temsil ettiği kurumsal kişiliğe sövgüde bulundum. Hatırladığım kadarıyla bu twitter ve facebookta görünür oldu, sorasında arkadaşlardan bir tanıdığımın ikazıyla da küfrü sildim. Sövmeye gerek olmayabilir ama bu bilakis samimiyetimizden, derdimizden, öfkemizden ileri gelir.
Arkadaşlar pek alınmışlar, mahzun olmuşlar hatta öfkelenmişler. Su-i zanda bulunduğumu düşünmüşler. Buna gerek yok tabii. Açıklıktan, konuşmaktan, yanyana gelmekten bu kadar dem vuran siyasetimizde buna yer yok. Sağcılıktan, muhafazakarlıktan tiskinsek de okulda bu kadar dert, musibet, illet varken tutup Müslüman öğrencileri düşman belleyecek halimiz yok.
Mezkur topluluk, Boğaziçi'ndeki müslüman cemaatin bir araya gelmesinde önemli fonksiyonu olan Şura geleneğinin dışında, yeni bir oluşum, tecrübe ve bir araya gelme girişimini vaad ediyor. Hassasiyetlerinden anladığımız vechiyle şimdilik bu arkadaşların girişimlerini tarih ve hafızadan yoksun bir iyimserlikle takip edip anlamaya çalışacağız.
Bana riyakarca gelen bu habere verdiğim tepkinin abartılı ve kırıcı olduğunu kabul ediyor, şahsiyetlerine hakarette bulunduğumu düşünen arkadaşlardan (Emin, Fehim, Bünyamin, Nurullah, Bilal, vd) özür diliyorum, haklarını helal etsinler. Siyaset ve pratiklerine eleştirimiz baki olmakla beraber gayretlerinde Allah'dan yardım görmelerini diliyoruz.
Ben de geçtiğimiz Eylül başında aynı haberi görünce durmadım bastım kalayı. Haberin temsil ettiği kurumsal kişiliğe sövgüde bulundum. Hatırladığım kadarıyla bu twitter ve facebookta görünür oldu, sorasında arkadaşlardan bir tanıdığımın ikazıyla da küfrü sildim. Sövmeye gerek olmayabilir ama bu bilakis samimiyetimizden, derdimizden, öfkemizden ileri gelir.
Arkadaşlar pek alınmışlar, mahzun olmuşlar hatta öfkelenmişler. Su-i zanda bulunduğumu düşünmüşler. Buna gerek yok tabii. Açıklıktan, konuşmaktan, yanyana gelmekten bu kadar dem vuran siyasetimizde buna yer yok. Sağcılıktan, muhafazakarlıktan tiskinsek de okulda bu kadar dert, musibet, illet varken tutup Müslüman öğrencileri düşman belleyecek halimiz yok.
Mezkur topluluk, Boğaziçi'ndeki müslüman cemaatin bir araya gelmesinde önemli fonksiyonu olan Şura geleneğinin dışında, yeni bir oluşum, tecrübe ve bir araya gelme girişimini vaad ediyor. Hassasiyetlerinden anladığımız vechiyle şimdilik bu arkadaşların girişimlerini tarih ve hafızadan yoksun bir iyimserlikle takip edip anlamaya çalışacağız.
Bana riyakarca gelen bu habere verdiğim tepkinin abartılı ve kırıcı olduğunu kabul ediyor, şahsiyetlerine hakarette bulunduğumu düşünen arkadaşlardan (Emin, Fehim, Bünyamin, Nurullah, Bilal, vd) özür diliyorum, haklarını helal etsinler. Siyaset ve pratiklerine eleştirimiz baki olmakla beraber gayretlerinde Allah'dan yardım görmelerini diliyoruz.
Yorumlar
Evet senin de bahsettiğin gibi, nevi şahsına münhasır samimiyetin başkalarına ağır gelebliyor bazen..
O yüzden bazen bazı konularda fazla samimi olmamak iyi olabilir.
Twitter'a yazdıklarımı gördüysen ve bu yazdığının onlarla râbıtası varsa bilesin ki onları yazarken aklımda sen yoktun Mustafa. Ben başka bir küfür vak'asından haberdar edilmiştim, onu düşünerek yolladım tivitleri. Her ne kadar kendimi bu olayın içinde görmesem de (mâlum, ben Şûra ekibiyle [ki artık "Şûra does not exist", artık başka bir düzlemde konuşmaya ve iş yapmaya çalışan bir Şûra var varsa] tam mânâsıyla hemhâl olalı çok olmadı) ismimi burada görmemiş olsaydım bile sana yazardım çünkü ancak birbirimizle bu şekilde konuşarak nefsânî kavgalara son verebiliriz. Ben söyleyeyim: şu kavgalar sadece ve sadece Allah rızası için yapılıyor olsaydı ortada kibirlenen tipler olmazdı, birileri birilerine sövmezdi, ardı arkası kesilmeyen gıybetler belki hiç yapılmazdı ve sâire. Yazında küfür etmenin "samimiyet"inden öte geldiğini söylüyorsun ve ben de buna inanıyorum. Fakat, bu tam bir istisna mantığıdır Mustafa. Toplama kampına götürür bizi bu mantık. Çünkü her ne kadar "Ben (hâşâ) Allah'ım" diyen Hallac esasen bir hakikate işaret ediyorduysa da bu bir istisnadır ve bu istisnaya ancak o vecd hâline vâsıl olanlar duhûl edebilir. Dolayısıyla Hallac Vahdet-i Vücûd'a işaret etti diye biz burada şeriatın askıya alınmasına ses çıkartmayacak değiliz. Hallac'ın kellesi vurulur. Ve şunu da unutmayız: İnşallah Hallac "Ene El Hak" dediği için Allah rızasına nâil olmuştur, biz de onun kellesini vurduğumuz için olmuşuzdur. Kaybeden yok biiznillâh. Fakat Hallac da olsan, kelleni vururuz Mustafa. Ve biz senin küfür etmenle belki kazanacağın Allah rızasıyla ilgilenmeyiz, ilgilenemeyiz. Çünkü o zaman ortada şeriat kalmaz. "Şu anda küfür edebilirim çünkü bunu sadece Allah rızası için hakkı tutup kaldırma ateşimden yapacağım" dediğin anda yasayı askıya aldın demektir. Allah'ın hükmü o anda sen tarafından geçersiz kılınmıştır. Evet, tekrar edelim: burada bile Allah'ın kat'î hükmünün ne olacağını asla bilemeyiz. Nitekim kudsî hadiste Allah sırf kendisi için amel ettiklerini söyleyen âlime, zengine ve mücâhide "Yalan söylüyorsunuz" deyip onları cehenneme yuvarlıyor. Fakat bu, bizim beşerî münasebetlerimizi tesis ederken zâhire baktığımız/bakmamız-gerektiği sonucunu değiştirmiyor. Biz kendimiz hakkındaki bâtını bile bilmiyoruz ki başkasınınkini bilelim veya bunun üzerinde düşünme ihtiyacı hissedelim? Hâsılı, samimiyet böyle dile getirilmemeli. Getirilirse de bilinmeli ki o Allah rızası için söylendiği ZANnedilen şeye nefs karışmış olabilir, bu ihtimal her zaman ama her zaman bâki. Hazret-i Peygamber Allah'a "Beni göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa nefsimle baş başa bırakma" diye dua ederken bu hakikate işaret ediyor zannediyorum. Ya da riyanın gece karanlığında kapkara bir taşın üstündeki kara bir karıncanın ayak sesi mesabesinde sinsi olduğu hakikati de bu zaviyeden değerlendirilebilir zannediyorum. Ben sana riyakârsın veya nefsânî konuşuyorsun falan demiyorum elbette. Fakat ben burada bu hiçbir zaman iptal olmayacak kuvveye dikkat çekmek ve bu kuvveyi her an hatırda tutmadan yaşamanın fuzûlî bir iş olacağı hakikatine işaret etmek istiyorum. Bu sözleri de en başta kendime (belki sana bunları yazarken Allah rızası için değil de nefsimi tatmin etmek için yazıyorumdur, Allah muhafaza; bundan hiçbir zaman emin olamam ki), sonra da bütün Müslümanlara söylüyorum. Nefsimizle Hazret-i Peygamber'in ettiği mücadeleden geri kalır bir şekilde mücadele edebilir olma "rahatlığı"nı hiçbir şekilde hâiz değiliz. Var mı içimizde "şunu Allah rızası için yaptığımdan eminim" diyebilecek bir yiğit/ahmak? Hazret-i Peygamber kendini bu kendinden-eminlikten sakındırırken kim itim diyebilir? Öyleyse böyle mevzularda en başta yasayı askıya aldığımızın farkında olmamız şart, sonra da bu askıya alıştan Allah'ın râzı olmaması ihtimâli de her zaman mevcut ve zaten bizim hep göz önünde bulundurmamız gereken husus da bu.
Ben pek sevindim bu tevazuyu göstermene. Küfür etmen kibirdiyse özür dilemen de tevazudur. Ve zaten birbirimizin siyasetini, karakterini, bilmem nesini eleştireceksek de -ki bu eleştirinin amacı ıslah etmek, hidayete vesile olmaya çalışmak olmadıktan sonra o eleştiri zelildir, israftır, mel'undur- ancak birbirimize bu tevazuyu ve nezaketi göstererek bunu yapabiliriz. Aksi takdirde zaten her birimiz irili ufaklı bütün sıra dağları hâlk etmiş Olimpos sakinleriyiz; tahammül eder miyiz birbirimize? Etmeyiz. Nitekim etmedik ve etmiyoruz da. O zaman bu kadar zavallı ve aşağılık olduğumuzun farkında olup birbirimize sadece bu merhametle nezâket göstersek bile yeter. Allah'tan niyazım odur ki böyle böyle bu nezâket ahlâk hâline de gelir cümlemizde. Bugün "İslamcı tayfa"nın en büyük sorunlarından biri de Güzel ile iştigal etmeyi ihmal ediyor olmaları. Allah'ın gâvur Kant'ı takmış kafayı Güzel'e; bizse güzelliğin kaynağına tâlip olduğumuzu iddia ederken, yani "Ben Müslümanım" derken sağa sola sövüyoruz, tekebbürde bulunuyoruz, kin güdüyoruz ve sâire ve sâire. Halbuki bu iş böyle olmaz. "Tebliğ en başta hâl ile olur" diyor bir zât-ı muhterem. Merhum babam da "Âlim, ilmiyle amel edendir. İlmiyle amel etmeyen âlim değil, nâkîl denir. Nakleder sadece o, başka bir işi yoktur onun" derdi. Öyleyse bu dinin Güzel olduğu ve güzellik dîni olduğu ilmini öğrendikten sonra bu ilme göre hareket etmiyorsak nâkîl oluruz sadece. Halbuki ilmin herkese farz olmasının sebeb-i hikmeti nâkîl olmak değil, âlim olmak.
Kendi adıma herhangi bir hak tahakkuk ettiğini düşünmüyorum, zerre miskal varsa da helal olsun elbet. Sen de bana helal et; gıybetini etmişimdir, sövmüşümdür, yemişimdir elbet bir halt. Allah, Peygamber'inin ahlâkıyla ahlâklandırsın. Tekrardan selam ederim.