Kayıtlar

Mart, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

28 Mart 2006, Diyarbekir

Resim
henüz lisedeydim, öss zamanlarıydı. televizyonlarda diyabakırdaki çatışma görüntüleriyle yerimizden oynamıştık. daha taze sayılan I. AKP iktidarı ve garip bir iyimserlik havası bir anda tersine dönmüştü. başbakanın "kadın da olsa, çocuk da olsa..." diye başlayan meşhur lafının ardından 13 insan can vermişti. uğur kaymaz öleli sade iki yıl geçmişti. olayların akabinde sınava girdim, üniversiteyi kazandım. hem de olaylarından ardından "korkuyoruz ama yine de gidiyoruz" diyerek ODTÜ'lü bir grup gençle beraber yola çıkan Boğaziçi'li gençlerin üniversitesini. ben hazırlıkta okurken "boğaziçi diyarbakır'a" kampanyasının stickerları henüz duvarlardaydı. boğaziçi'ni fiilen bitirdim. diyarbakır yoluna düşen öğrencilerin çoğuyla arkadaş, yoldaş oldum. aynı tastan yedik, aynı yollarak düştük. birlikte kederlendik, birlikte güldük. ara ara rüzgar tersten esse de başbakanın kürtlere lafı da hep aynı oldu. bazen bağrına bassa da, kaşını çatıp &

Şimdiyi ve Nasılı Konuşmak: Post-İslamcı Bir Siyasal Arayış*

İslamcılığı tanımlamak ve tartışmak oldukça zor. Belki en başta İslamcılık'tan değil, İslamcılıklardan bahsettiğimizi hatırlamakta fayda var. Bu sunumda ben İslamcılığı tartışmak yerine, bugün İslamcılık tecrübesinin bize ne önerebileceğinden bahsetmeye çalışacağım. Klasik dönem İslamcılığının Hamid gibi devletlü, Akif gibi devletsüz modellerinde de iktidar öncelikli hedef olarak kurulur. Müslüman dünyanın modernlikle beraber yaşadığı kırılma, modernleşme tecrübesinin sorunları bir iktidar meselesi doğurmuştur ve bunun çözülmesi gerekir. Hilafetin ilgası bu meseleyi derinleştirir. Ana akım İslamcılıklar bugüne kadar hep iktidar merkezli hareketler olmuşlar ve siyasal doktrinlerini de bunun üzerinde kurmuşlardır. İktidarı önceleyen tavrın adaletle ilişkisi ise her zaman sorunlu olmuştur. Dolayısıyla sosyal adaletten bahsedeceksek bu somut ilke ve ölçütlere göre belirlenmiş bir ekonomi-politik olarak değil, iktidarın çıkar ve faydasına göre tartılan bir unsur olarak algılanır.

Babamın Cesetleri

Babamın Cesetleri from KREK on Vimeo . Tiyatro orucumuzda iftar vakti. Berkun Oya'nın Türkiye tiyatrosunun bir tür Haneke'si olduğu düşünmeye başladım. Her oyununda aile, sınıf, insan meselesini tasfiye eden, masumiyeti yok eden, suçumuzu yüzümüze vuran bir adam. Bu cihetiyle de kıymeti büyük. Cesur ve dürüst. Babamın Cesetleri'nin hikayesi savaş fotoğrafçısı baba, yönetmen olmaya çalışan abi, makina mümessili erkek kardeş, mutsuz karısı ve zorlu bir anneden ibaret.  Yönetmenlik sancıları, bir filimi çekememiş olmak dramı haliyle bize koydu biraz. Makinacı kardeşin mülkiyet fantezileri, sahip olmak isteyip de gıpta ettikleri bu tabloyu dengeliyor. Bu adamların mutsuzlukları, cinsel ilişkileri ise ortak sayılır. Savaş fotoğrafçılığı anlatısı başarılı. Şerif Erol'un tiradı efsane. Berkun Oya iyi bir diyalog yazarı olduğu kadar monolog sanatkarı da. Savaş fotoğrafçılığıyla son yirmi yılın tüm ahlak, insanlık ve görsellik tartışmalarını da bir çırpıda tasfiye