Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Savaşın Tanıkları

Agamben'e felan girmiycem. Biz bildiğimiz yerden okuyalım. Allah yolunda canıyla ve malıyla cihad edenlere şehid deriz. Şehid kelimesinin şehadet etmekle alakasını da biliriz. Ama şehadet etmenin şahit olmak manasına da geldiğini, bunun modern manada tanıklıkla eş olduğunu öğrendiğimde afallamıştım doğrusu. "Ne din be" demiştim. Ölerek şahit oluyorsun, canını vererek hakikate tanıklık ediyorsun. Çok garip, çok über. Kürt meselesiyle alakam da gazete manşetlerinden, Ertürk Yöntem'den sora dinlediğim ve tanık olduğum hikayelerle değişti. Annanemlerin oturduğu Kadınlar Pazarı'nda hep acılı, hep içten dengbej klamları, tütün saran amcalar, tülbentli teyzeler, sağda solda eskimiş ama yerinden de sökmeye el değmemiş kesk u sor u zer afişler. Sami Solmaz'ın çok sade ve temiz bir şekilde çekilmiş 2012 yapımı "Savaşın Tanıkları" bölgede gazetecilik yapmış, yaşananlara tanıklık etmiş, hatta canını da vermiş insanların hikayesini dinliyor. Savaşla ilgili pek ç

hak ve adalete dair

Hakk'tan ve adaletten yana olduğumu zannediyorum. Zannediyordum daha doğrusu. Gelişen her tecrübe Hakk'tan ve adalette yana olmanın bizi haklı kılmayacağını gösteriyor. Yahut Hakk'ı ve adaleti savunurken pekala haksız konuma düşebileceğimiz, zalimleşebileceğimiz bir ihtimal değil bize nefsimiz kadar yakın bir risk olarak şahdamarımızdan da yakın bize. Suriye halkı bundan yaklaşık iki yıl önce sokaklara döküldü. Hürriyet istiyorlar, çok partili gerçek bir demokrasiye (yahut İslami bir düzene her neyse) geçmeyi arzuluyorlardı. İşler karıştı, rejim silah kullandı, isyancılar silahlandı. Sonuç dev bir trajedi. Suriyeliler haklıydılar ama emperyalizmin Amerika'nın, Rusya'nın, İran'ın, körfez ülkelerinin karıştığı iğrenç bir satranç tahtasında buldular kendilerini. Haklı davaları Ortadoğu'daki emperyal müdahalenin aracı oldu, İran ve Rusya'nın antiemperyalist ittifakı korkunç katliamların bahanesi oldu. Hangisi haklıydı, hangisi haktan yanaydı, hak ne

Kahrından ölmek

Resim
Halk deyişi falan değilmiş, apaçık bir hakikatmış meğer. "Kahrından ölmek" diye bir şey varmış abiler, bugün ben bunu gördüm Fadime Ayvalıtaş'ın cenazesinde. Hani şu Gezi'de, 1 Mayıs Mahallesi'nde can veren Mehmet'in anası. Yoksulluğa, kentsel dönüşüme, insaniyetten uzak hayatlarına isyan edip inmişken otobana, kenarında dizi dizi kulelerin yükseldiği, kalabalığın ortasına son sürat dalan bir Ataşehir çocuğunun jipinin altında kalarak can veren Mehmet Ayvalıtaş'ın. Haziran fırtınası dinmişken henüz, Mehmet'lere taziyeye gitmiştik. Ümraniye'de, devrimcilerin parselleyip halka dağıttıkları ufacık arazilere kondurulmuş bir gecekondu semti. Şanlı TC buraya Mustafa Kemal adını layık görmüş. Mehmet'lerin evi E-6 karayolunun zebani gibi viyadüklerinin dibinde kalıyor. Tepelerinde devasa Ağaoğlu blokları yükseliyor. Sırf o manzara bile isyana yeter. Amcası "Ben isyan etmiyim de napayım, asgari ücretle nasıl çocuğumu okutayım?" diyordu.

Özür

Dünya Bizim portalında, icabına göre kimi başka yayın organlarında yaz sonunda tekrar eden bir haber vardır. Boğaziçi Üniversitesi'nde pastoral bir Müslüman kardeşliğindne bahseden, bu gavur mektebine gelen saf ve temiz Anadolu çocuklarına ve ebeveynlerine biz buradayız diyen bir çağrıdır bu. İlk bakışta çok halisane, dayanışmacı ve sıcak bu merhaba, camianın içine girdiğinizde, kimin kardeş olup kimin düşman olacağına pek mükemmel karar veren mekanizmaları, hiyerarşileri, kurum ve teamülleri deneyimlediğinizde değişir. Midenize kramplar girer, hafakanlar basar. Ümmetten de, kardeşlikten de tiskinmeye başlar, basarsınız kalayı. Ben de geçtiğimiz Eylül başında aynı haberi görünce durmadım bastım kalayı. Haberin temsil ettiği kurumsal kişiliğe sövgüde bulundum. Hatırladığım kadarıyla bu twitter ve facebookta görünür oldu, sorasında arkadaşlardan bir tanıdığımın ikazıyla da küfrü sildim. Sövmeye gerek olmayabilir ama bu bilakis samimiyetimizden, derdimizden, öfkemizden ileri gelir

Aralık

Zamansallık ve tarih meselesini tartışırken mevzu ister istemez hafızaya ve eşyaya geliyor. Nükhet Sirman'ın affect Meltem Ahıska'nın memory dersleri sağolsun, hafıza meselesi tedrisatımızda mekana ve eşyaya da taalluk ediyor. Evliliğin tüm materyal ekonomisi, kurulan evin nesneleri, aynı zamanda bu hafızayı kuran, yaşatan, taşıyan şeyler. Hülasa asla kendilerinden, kapladıkları yerden, biçim ve işlevlerinden ibaret değiller. Sembol siyasetini tasfiye edeli oluyor. Dolayısıyla burada tartışmaya çalışacağımız şey, ilişkinin eşya ile alakası üzerinden ürettiğimiz hafıza ve hatıraya dair, eşyanın  temsili yahut sembolik mahiyeti, aşırı belirlenmiş vechesi, etiket fiyatı üzerinden biçilen iktisadi ve ahlaki değeri değil. Tekrardan altını çizmekte fayda var, eşyanın kendisini, aslını, neliğini değil, eşyaya dair olanı, vusülünü, nasıllığını konuşacağız. Sembolik ehemmiyetinin, temsili mahiyetinin  bu tartışmada mana ve ehemmiyeti yok. Müstakbel çiftler evlerini kurarken çeşitli

iki filim birden

kafa dağınıklığına, gönül ağrısına iyi gelen bir yer sinema salonu. başka sinema vesilesiyle dağıtım meselesi biraz toplandı gibi, gidip bakalım dedik. maşallah haftaiçi felan ama beyoğlu sineması festival doluluğu yakalamış gibiydi. noam baumbach'ın filmi tatlı bir geç ergenlik hikayesi. bir parça, büyüyememe, tutunamama, ev kirasını denkleştirememe. brooklyn'de apartman dairesi. NY halleri. benim için fazla naif bir film olsa da hikayenin hakikatimize değmesi önemliydi. iki yakın ev arkadaşının ilişkileri, uzak ama yakın halleri, kariyer mevzuları, evlenip gitmeler, sınıf atlayamamalar derken aşina bir film hülasa. beklentileri yükseltmeksizin seyredilebilir. film pornografik materyale haizdir La vie D'Adele  hakkına konuşmak zor, ama özetle çok güçlü bir aşk filmi olduğunu baştan söylemeli. Demir leblebi kıvamında 3 saat. Kechiche zaten kurguda cimri bir abimiz, keserken eli epey korkar. Bununla birlikte La Vide D'Adele sarkmış, uzun kaçmış bir film değil.

Evlilik tartışmalarımıza katkılar

Mamosteler sağolsunlar gündem beraber tartışmaya çok iyi katkılarda bulundular, bu yazıları buraya arşivleyelim, tartışmaya bir bağlam ve derinlik kazandıralım istedim.  Mamoste Nükhet, ailedeki hiyerarşi meselesini çok iyi vurgulamış ETHA'ya verdiği röportajda ;  Akrabalık, insanlar arasındaki yasaların dahi hiçbir şekilde yönetmediği ilişkileri hiyerarşize ederek yönetme sanatıdır. Akrabalıkta çünkü muhakkak hiyerarşiler konulur. Baba ile anne; anne, baba, çocuk; anne, teyze arasındaki hiyerarşiler belli. Yani çok kılcal damarlara kadar giden ve çok ince ayrımlar yapabilen bir hiyerarşi sistemidir. Onun için aileye çağırılıyor insanlar. İnsanlar arasındaki ilişkilerde gri alan kalmasın diye. Hiyerarşiye oturduğu ölçüde nasıl olacağı önceden kestirilebilir oluyor. Gri alanlar, boşluklar, sınıflandırılamayanlar kendini yönetimin öznesi olarak koyan insanlar için tehlikelidir. Mamoste Nazan Özgür Gündem'deki ikinci yazısında , Diyarbekir'deki Erdoğan-Barzani bulu

Kasım

Resim
Foto: Mehmet Erken  Evlilik, Zamansallık ve Çoğulluk Üzerine Eylül ile başlayan bu seri, yakın ve uzak çevremde pek çok farklı aks-i sedaya vesile oldu. Tanıdığım, tanımadığım, arada selamlaştığım insanlarla bu vesileyle konuşmak, görüşmek bile nasib oldu. Dolayısıyla bu tartışmayı sürdürmek, onlar adına konuşmak değil de, çoğumuzun dile getirmeye takatinin, mecalinin yetmediği, cesaretinin elvermediği bir kısım meseleyi açık etmek adeta vacib oldu. Kimsenin avukatlığı, sözcülüğü değil haddim. Temsiliyet bahsiyle aramız açık. Fakat sözümüzün icabı, şahsi ve muhterem faslın ötesinde bu kadar çok insanın derdine, yarasına karşılık gelen bir tartışmadan beri durup kabuğa çekilmek de adetimiz değil. Hülasa konuştuklarımız, tartıştıklarımız ve düştüğümüz başka notlarla bu seriyi sürdürmek boynumuzun borcu oldu. Yani, yazdıklarımın şahsi olduğu kadar, umumi mahiyetini de akılda tutmak ve bu tartışmayı kollektifleştirmek hepimizin meselesi. Genç çiftler ilişkilerini kurumsallaştır

Küf

MAFM sağolsun filmi seyredebildik, DVD de olsa 4K projeksiyonda sinema tadı oluyor, film de 35 mm imiş, hem de Fuji pelikül, Fono laboratuvar, daha ne olsun, özlemişiz. Film güçlü, sıkıntılarına rağmen dişli bir film. Ama sonuna gelince baştaki iddiasını biraz yitiriyor ne yalan söyleyeyim. Ercan Kesal'a olan alerjim giderek hayranlığa dönüşüyor. Bir filmini daha seyredersem herhalde gidip beraber çalışalım abi diyecem. Peri Gazozu 'nu okuduktan sonra biraz daha aşikar oldu ki adamdaki antropolojik malzeme derya deniz. O hazineye otuz sene oyunculuk yapsa yine eskimez. Tiyatrocu değil, tekniği yok, ama bu haliyle de epey iyi iş çıkarıyor. Filmin sorunu politik hikayesini çok ön plana çıkarmayayım derken iyice arka plana itmesinde. Kayıp hikayesini büyük şehir yerine taşraya taşıyıp pastoral bir peyzajın önüne dikmek kötü değil, bir tür Sonbahar projesi, ki onun kadar epik ve dramatik değil. Sakin gidiyor. Fakat sükunetinin kaynağındaki frankofonik kötücüllük sorunlu. N

Gözümün Nûru

Hakkı ile Melik'in filmi ilk cümlede bir melodramdan nasıl kurtuluruz hikayesi. Bu son derece hazin olabilecek öyküyü, edebiyle, hakkıyla, şahsiyetli bir şekilde anlatmak, hem de bunu ağdalandırmadan resmetmek temiz bir rejinin, yorulmuş kafaların hüneri. Ellerine sağlık. Göz ve görmek hakkında bir film gibi gözükse de aslında biraz daha başka bir hikayesi var. Beden ve sıhhatle, sabır ve çileyle ilgili bi film aslında Gözümün Nuru. Tüm bunların arkasında ise bir film yapmak arzu ve iştiyaki hep bize göz kırpıyor. Dolayısıyla gayet şahsi hissiyat ve teessürleri iyi yoğuran bir film olmuş. Aile, ev hali, orta sınıflığın çok da göze parmak olmayan tasvirleri kıymetli. Melik'in Fransa günlerini bir parça daha arıyor insan, fakat sırf Lumiere abiler bile çok temiz bir bağ olmuş. Yeşilçan filmlerine referanslar oldukça başarılı, kurşun dökme, reiki gibi şifa arayışları iyi. Eli yükseltip nazar meselesi ve göz üzerine bir parça daha gidilse, filime bit katman daha eklenebilir,

Is the museum a Battlefield?

Hito Steyerl'in documentarist'te 1998'de Van'ın Çatak kırsalında çatışmada sağ yakalandıktan sonra infaz edilen eski RAF militanı ve yeni PKK gerillası Ronahi kod adlı Andrea Wolf hakkındaki epey kişisel ve orjinal belgeseli November ile tanımıştım. Filmin sonunda Çayhane'de severek seyrettiğimi Costa Gavras'ın meşhur Büyük Kuşatma filminin finaliyle ilgili ilginç de bir fragman vardı, eski bir RAF militanı tarafından anlatılan. Kurmaca ile gerçekliğe dair fantastik bir kesitti. November - Hito Steyerl from URSA on Vimeo . Bienalde Hito'nun videosunu gördüğümde önce içimden ne diyo bu kadın, bıkbık piyasa sanat eleştirisi mi yine diye geçirdim içimden, Koç'lu bienalde ne laf etçek ki sinizmiyle. Videonun başına oturduğumdaysa fark ettim ki hayatımın en efsane sanat metni ve işiyle karşı karşıyayım. Hito 2012'de Çatak'ta bulunan toplu mezarda, çatışma alanında bulduğu bir mermi kovanında yola çıkarak sanat ve sermaye ilişkisini, kapitalizm

Ekim

Resim
Ev sahiplerinden ve hikayelerinden bağımsız olarak, bu tartışmayı oluşturan zihinsel çağrışımların merkezindeki rolü sebebiyle bu "yeni ev" fotografıyla başlayalım ve genç çifti muhabbetle selamlayalım. (Eylül 2013, Çengelköy) ali akyurt'a, sidar bayram'a ve osman özarslan'a evlilik meselesinde "ev"in oynadığı rol, etimolojik fantezilerden, kelimeye ve manaya indirgenmiş mülahazalardan çok daha fazlasına karşılık geliyor. genç çiftler evi, gerçekleştiremedikleri cinselliklerinin mekanı olarak tanımlıyorlar. burada cinsellikten kastım sadece sevişmek değil, ilişkinin duygusal boyutuna taaluk eden her türlü aksiyon ve pratiği kastediyorum.  bu anlamda ev mekan, "mahrem" değil, esasen bir "private space", son derece liberal bir mülkiyet fikri üzerine bina edilmiş bir özel alan yani. bu alanda sevişmenin dışında pek çok gündelik ve bir o kadar da toplumsal rutin, "bakın biz bugün ne yaptık" coşkusuyla çiftin fantezi

Eylül

Resim
Foto: Sümeyra Kalaman Photography Bu yazının gerçek kişi ve kurumlarla hiçbir alakası yoktur. Tamamen hayali karakterlerden ilhamla kaleme alınmıştır.  yok bu o eylül değil abiler,  bu eylül başka bir eylül. yaşımızın artık genç irisi halini almasından mıdır, yoksa mahallenin durumundan mıdır bilemiyorum lakin ramazan bitiminden bu yana sağımda solumda yaşanan söz/nişan/kına/düğün patlaması enflasyona dönüştü. millet bir gecede 5 düğünden, sabahlar olmasın tadında altın takma turlarından, komidinde biriken davetiyelerden bahsediyor. yalan değil, iyi kötü kuşağımın yarısı yuvadan uçmuş durumda, kalanı da uçmak üzere. muhtemelen bir yıl içinde bekar kalmayacak. kavga çetin, süreç hassas. okullar da bitende millet ipinden kopmuşçasına kutsal aile kurumunun kapısını çalıyor. muhakkak ki resmin iki yüzü var. muhtemelen tüm bu evlilik furyası yeni değil, bunu fark edip şaşıran da ilk ben değilim. hatta bu alışıldık bir şaşkınlık da olabilir. "ne var canım bunda abartacak?&quo

iki arada bir derece islamcılıklar

Gezi ve Mısır İslamcılığı yeniden düşünmek için yeni fırsatlar ve bağlamlar yarattı. Şüphesiz ki saf, tekil ve sabit doğruların olmadığı bir konjonktürden bahsediyoruz. Dolayısıyla saf ve tek doğru fantezisine kapılmadan yaşadığımız anın İslam'a ve bundan mürekkep İslamcılıklara ne söyleyip, vaad ettiğine bakmak kötü olmasa gerek. Gece Saraçhane meydanındayım. 5 bine yaklaşan bir kalabalık. Yan yana asılı dev Türkiye ve Mısır bayrakları. Mavi Marmaradan bu yana kitlesel eylemlerde sıkça görülen Türk bayrakları (Gezi'deki Kemal bayrakları gibi bu da aslında biraz bayrakçıların komplosu. Bununla beraber bayrakçıların varlığı da eylemlerin popülistleşmesin ve halk katılımı ile doğru orantılı) canlı yayın araçları, parkı gündüz gibi aydınlatan 10 kW projektörler. Hülasa biraz show, biraz coşku, epeyce 90'lar. Aslında bu mobilite spesifik olarak Ramazan'da Müs-Genç bakiyesi İMH'nin Genç Hareket ekibinin organizasyonun tabanına yaslanıyor. Parkın etrafındaki yoğun ar

yeni hayat

yazmayalı neredeyse iki ay olmuş. çok şey değişmekle beraber pek de birşey değişmemiş gibi. Gezi sanki hiç yaşanmamış gib ama aslında çok derin bir çizik attı, kalplerimize, hafızamıza, bağrımıza. artık hiçbirşeyin eskisi gibi olmayacağı aşikar. fakat ziyadesiyle zorlu olacağı da belli. benim manevi koşullarım ve direncim bu zorluğu kaldıracak kapasitede değil gibi gözüküyor. gerçekten mezun olmanın getirdiği bir bulantı, napacağımız meçhuliyetinin gerilimi ve giderek artan yalnızlık temel determinantlar. ufak sürpriz ise teşkilatla yolları ayırmam oldu. iftar toplantılarının hazırlığı neden-sonuç ilişkisiyle değil ama tetiklediği karamsar ruh hali ve geçmiş sukut-u hayalleri, bezginleri, bedbahthlıkları hatırlatmasıyla benim için bir yüke dönüşmüştü teşkilat. alp'le oturduğumuz hemen o gece kararımı verdim. unsubscribe maili çok zorlu oldu, ama yaptık. insan ilişkileri benim açımdam artık sürdürülemez boyutlarda. bu en çok politik birlikteliklerde yoruyor. zaten "ins

Failiyet Vakti

Taksim direnişi, mütedeyyin kesimlerde ciddi bir panik ve endişe yarattı. Ellerinde Türk bayrakları, Ata posterleriyle "Mustafa Kemalin askerleriyiz" sloganları atan, başörtülü kadınları taciz eden bu kitlenin ulusalcı bir kalkışma resmi olarak algılanması, mahallelerde tencere-tava çalarak polis şiddetini protesto edenlerin 28 Şubat sürecindeki "Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık" eylemlerini hatırlatması tesadüf değil. Görünen o ki Kemalizm'le hesaplaşıldığını zannettiğimiz, vesayet rejiminin tasfiye edildiği fikrine kapıldığımız şu onbir senede köprünün altından akan onca suya rağmen kin ve nefret baki. Taksim direnişi bünyesinde yer alan ve alan hakimiyeti giderek zayıflayan ulusalcı/Kemalizan tonların nefretini iyi yorumlamak gerekiyor. Fakirleşmiş bir orta sınıfın mensupları olan, yitirdikleri sosyal ve ekonomik pozisyonun öfkesini taşıyan bu kitlelerin öfkesinin neden Tayyip Erdoğan'ın veya eşinin ya da başörtülü kadınların şahsında cisimleşti

Filimciler neden Gezi'de?

Sinemacılar Basın Açıklaması from Bulut Film on Vimeo .

Qu'est ce-que l'acte de Creation? par Gilles Deleuze

Resim

Were Dengê Me

Sesime gel - Come To My Voice from Huseyin Karabey on Vimeo .

iki parça

Resim
lise hazırlıktaydık. hasekide hayat vakfının çatısında ilk sigaralarımızı içerken, kemal cep telefonundan bunu çalardı. annemin radyoda çaldırdıklarından sonra ilk dinlediğim ahmet kaya parçalarından biridir. kemal'in pötürgeli olduğunu, kürtlüğünü de o zamanlar idrak ettiydim. pek çok şeyin başlangıcı olan "sabırsızlık zamanı"mıza gelsin bu parçayı bosnada keşfettim. ağır melankolinin içinde, geçip giden 10 seneye dair hissiyatımı en çok bu yansıtıyordu o zaman. ne işkence gördüm, ne kardeşim öldürüldü. yine "de" ağır şeyler yaşadık, kötü haller geldi. pek de kaldırabildiğimiz söylenemez. Kemal çekip gitmişken şimdi, "şehirlere bombalar yağarken" bu de benim ince bir sitemim olsun, geçip gidenlere...

Kemal gitti

Resim
başaşağı -zira tüm yazılmışlar sahih veya sahih-değil değildirunutulmayanlar veya yeni hatırlatılacaklara gerek yok; hikâye hep başlamakta. hafızasız değilse de hatırasız; şimdiki müstakbel, lôrüstü, comoros, akşamca… sonsuz değilse de sonrasız; birlikteliğe, kılarak, ederek. Hakikate mecbur ve mahkum ettiğimiz şehir ikna olursa kuyularını zehirleyeceğiz ve biz aklı kemale şöyle eren: yediklerimle, gördüklerimle, dinlediklerimle 25 yaşımı bekliyorum bir tedirgin kehanet; bir yerleşememiş, bir dikiş tutturamamış kendimize bakıp  gülüyoruz ya da sükut ve Allah’ın var olmadığı her bir gün için bir velinin mezarını talan  edelim. Collected Works'e yazdığı parçadan, 2010 Kemal gitti. Özeti bu aslında. Bu gidişin mahiyeti, kelimenin tam manasıyla bir gidiş hali olmasında. "-den gelmeli, -e gitmesiz" Kemal'in gidişi; dikiş tutturamamanın, bir baltaya sap, babaya hayırlı evlat olamamanın beyanı gibi. Biraz buralardan yar olmaması, yaşam koşullar

İnat ve Israr

  Taksim meydanında süren inşaat bahanesiyle, bu yıl Taksim’de 1 Mayıs miting ve yürüyüşünün yasaklanması, sendikaların ve kitle örgütlerinin bu karara direnmesi merkez medyada “inat” olarak yorumlandı. Kâr ve fayda üzerinden işleyen rasyonel akla göre meydanda inşaat çukurları varken binlerce insanın orada bulunması sorumluluğu alınmayacak bir risk imiş. Yani devlet baba bizi o kadar seviyormuş ki sırf bize bir hal olmasın diye, gazla, copla, kafamızı yara yara, “evladım düşersin” diye kovalamış bizi. Keşke iş cinayetlerine kurban giden onlarca kardeşimize de gösterse aynı şefkat ve merhametini. 1 Mayıs’ın ardından Başbakan’ın açıklamaları, hafta sonu İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen hemen her eyleme şiddetli polis müdahalesi, Taksim meydanında ısrarın ardında yatan kaygıları haksız çıkarmadı. Görünen o ki siyasal iktidar Taksim meydanını ve İstiklal Caddesi’ni sadece 1 Mayıs’ta değil, ilelebet toplumsal muhalefet kesimlerine kapatmak, bir mücadele alanı olmakta