iki filim birden

kafa dağınıklığına, gönül ağrısına iyi gelen bir yer sinema salonu. başka sinema vesilesiyle dağıtım meselesi biraz toplandı gibi, gidip bakalım dedik. maşallah haftaiçi felan ama beyoğlu sineması festival doluluğu yakalamış gibiydi.



noam baumbach'ın filmi tatlı bir geç ergenlik hikayesi. bir parça, büyüyememe, tutunamama, ev kirasını denkleştirememe. brooklyn'de apartman dairesi. NY halleri. benim için fazla naif bir film olsa da hikayenin hakikatimize değmesi önemliydi. iki yakın ev arkadaşının ilişkileri, uzak ama yakın halleri, kariyer mevzuları, evlenip gitmeler, sınıf atlayamamalar derken aşina bir film hülasa. beklentileri yükseltmeksizin seyredilebilir.



film pornografik materyale haizdir

La vie D'Adele hakkına konuşmak zor, ama özetle çok güçlü bir aşk filmi olduğunu baştan söylemeli. Demir leblebi kıvamında 3 saat. Kechiche zaten kurguda cimri bir abimiz, keserken eli epey korkar. Bununla birlikte La Vide D'Adele sarkmış, uzun kaçmış bir film değil. Adındaki gibi iki kısımdan mürekkep, aslında iki film seyrediyorsunuz, ki Beyoğlu'ndaki seansta gayet makul bir yerden filmi ikiye bölmüşler, dolayısıyla kısım 1 ve 2 arasındaki ayırım da gayet anlaşılıyor.

İlk kısım L'Esquive'den aşina olduğumuz bir banliyo lisesi atmosferinde geçiyor, Belçika-Fransa sınırında bir şehir olan Lille'de. Adele bildiğin proleter ailenin kızı. Akmasa da damlayan koşullarda, kendi halinde, ergen arayışlar. Edebiyat dersleri. Uzun monologlar. Kechiche aslında kadın öğretmenler üzerine bir film yapmak fikrindeymiş. Daha doğrusu sanatçı, yazar vs olamayıp idealist öğretmen formunda hayatını sürdüren bir kuşağa dair izlenimlerinden birşeyler yapmak arzusunda. Dersim'de edebiyat öğretmeni Mustafa Kutlu gibi yani, güzel sanatlar bizi bozar deyip ressam olamayan, bir ömür film gibi hikayeler yazan Erzurum'lu delikanlı. Adele'in cinsel ve duygusal arayışları kısa bir sevgililik macerasının ardından yoldan çıkmış eşcinsel sınıf arkadaşı Samir'in kılavuzluğunda bir lezbiyen barda nihayet bulur. Günler evvel trafik ışıklarında görüp de vurulduğu o mavi saçlı kadın, Emma karşısındadır.

Abdüllatif abi biteviye Adele'in bilimum Yunan tanrıçalarından mülhem kalçalarını, dudaklarını kadrajlayan çerçevesi, kadın bedenine dair klasik bir güzellemenin dışında bizzatihi bedene dair de uzun bir seyirlik sunuyor. Özellikle ağız ve oral pratiklere dair meselesi var abinin ki film boyunca Adele ne yer, ne içer, ne emer, nasıl ağzı açık uyuyakalır fazlasıyla haiz durumdayız. Biraz insan neyle yaşar sualini materyalize etmiş Abdüllatif abi, bir tür antropolojist yaklaşımla. Ki Kechiche'in kadın bedenine dair bu perspektifine Le graine et le Mulet'deki efsane göbek dansı planında veya Vénus Noire'da bitmek bilmeyen teşhir sekanlarından aşinayız. Bu filmleri görenler, Adele ile Emma'nın sinema tarihine geçecek sevişme sekanslarına hayret etmeyeceklerdir tahminindeyim.

Filmin heteronormativite veya LGBT meseleleriyle pek bir derdi yok. Aksine Adele ile Emma'nın aşkını epey olgun bir dille anlatarak buradaki durumu epey sıradanlaştırıyor. Dolayısıyla filmi bir aşk filmi olarak en doğrusu, en azından ilk kısmı buna odaklanıyor. Benim için vurucu olansa, bu muhteşem aşkın nasıl adım adım parçalanmaya, yıkıma ve kedere doğru sürüklendiğini inanılmaz yapısalcı bir şekilde anlatan ikinci kısım idi. Abdüllatif abi da gayet net bir şekilde tarihsel, sosyal ve siyasal koşullar ışığında davulun dengi dengine vurmasından bahsediyor, örgütlenmeden olmaz diyor.

Filmin en efsane sahneleri Adele ve Emma'nın evlerinde geçen aileyle tanışma yemekleri. Emma'nın kültürlü, şehirli, resimden ve şaraptan bahseden, açıkgörüşlü istiridye seven ailesi ile Adele'in salçalı makarna yiyen, ucuz sofra şarabı içen, kadınlar öğretmen olmalı, sanat karın doyurmaz diyen ebeveynleri arasındaki fark tarihsel olarak talib olduğumuz fark zaten. Adele ile Emma'nın iç burkan sevdaları da bu farkın yarattığı kırılmayla parçalanmaya mahkum.

Adele'in aksanlı konuşan Yunan göçmeni bir ailenin kızı, Lea'nınsa Pathe'nin üçüncü kuşak varislerinin kızları olması tesadüf değil. Abdüllatif reyiz net bir şekilde bu sınıfsal farkı kastına yansıtmış, iyi de yapmış. Filmin ardından oyuncuların sevişme sahnelerini ve Abdüllatif reyizin atarlı yönetimini kastederek verdikleri istismar temalı mülakatlara verdiği efsane ayar da hafızalarda kazılı, reyiz özetle "oyun oynuyosunuz, 5 yıldızlı otellerde kalıyosunuz, zevkli bi iş yapıyosunuz, akşam eve gelip salçalı makarnayı gömüp bok çuvalı gibi kendinizi yatağa atmıyosunu, işçi değil oyuncusunuz" diyor, adamsın diyoruz.

Nihayetinde film iyi bir aşk filmi olmanın ötesinde iyi aşk hikayelerinin başat diyalektiği "tamirci çırağı"nın da usta işi bir tasviri. Emma'nın yüksek burjuva ahlakının Adele'in kaçamaklarına takındığı merhametsiz tavrın, aslında nihayette onun sınıfsal arzularının tatminsizliği, Adele'in kokteyllerde poz verilecek iyi bir partner değil açık büfeyi hazırlayacak bir hizmetçi oluşu meseleyi ayan kılan sahnelerden. Ki o manada final bu fikre cuk oturan bir karakterde, olağanüstü nefasette kurgulanmış.

Abdüllatif reyizin gerçekçilik anlayışı, "gerçek gibi" yapan değil, bizzat gerçek olan bir perspektiften hareket ediyor. Çok iyi çalışılmış, emek harcanmış, milim milim uğraşılmış mizansenlerin varlığı tıkır tıkır işleyen, sıradanlıkta kusursuzlaşan akışta kendini net bir şekilde hissettiriyor. Film bu açıdan efsanevi bir zanaat örneği, reyiz imkan verse asistanı olsak diyorum. La Vie D'Adele net bir şekilde Kader'den sonra seyrettiğim en iyi aşk filmi oldu. Garip hissiyatlara gark etti, tesiri ziyade oldu. Tekrar seyretmek gerek.





Yorumlar

iyi oldu bence. dedi ki…
sana puanım on kanka.
Adsız dedi ki…
sonuna kadar geldim, en can alıcı kısım "kader'den sonra seyrettiğim en iyi aşk filmi oldu". Kader'den daha iyi aşk filmi ben de seyretmedim,şu filmi de tez vakitte görmem lazım o vakit. bi'de o zaman okurum bu yazıyı. İyi oldu bu,sağolasın.
Unknown dedi ki…
newyork’ta siyah beyaz neşvesi: “frances ha!” keyifliydi,sevdim.

ama asıl merak ettiğim -la vie d’adele- ki onun araştırması içerisindeydim.filmin konusu itibariyle bazı mevzulara fazlasıyla odaklanıp,akışını kaçırması tereddütündeydim ki filmin böyle bir derdinin olmaması biraz olsun rahatlattı.oldukça açıklayıcı,izleyeceğim.

bir süredir beklediğim diğer bir film ise “kill your darlings” söylemeden geçemedim zira filmler ayrı güzel,entry apayrı güzel vizyon tarihi her zamanki gibi net olmasa da randevu istanbul film festivali kapsamında şu sıralar gösterime girecek.listede “big sur” da görülüyor.ginsberg ve jack’e sevgiler.
Unknown dedi ki…
Mustafa Bey merhaba, bir lisans tezi için aramakta olduğum bir metin var. Kapsamını şu şekilde ifade edebilirim sanırım: "Bir sinema dili olarak dini sinemanın islami çerçevede değerlendirilmesi: Mevcut sorunları ve çözüm önerileri".

Bu araştırmada Mustafa İslamoğlu'nun Tefsir ve Toplum isimli tebliğine ihtiyaç duyuyorum.

Blogunuzu takip etmeye çalışıyorum; böylece yardımcı olabileceğiniz izlenimi edindim. Kaynağı nasıl bulabileceğime dair bir fikriniz var ise ve yardımcı olabilirseniz çok sevinirim.

Sağlıcakla...
hanzalan dedi ki…
Bahsettiğiniz metni daha önce hiç duymadım. Akabe Vakfı'na veya Kurani Hayat dergisi editörlüğüne müracaat ederseniz yardımcı olabileceklerini zannediyorum.
Unknown dedi ki…
Teşekkür ediyorum, hoşça kalın.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

felahçilar*

Aralık