Kayıtlar

Mayıs, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

vidanj

izzet yasar abimizden, okudum hoşuma gitti berlin duvarını geri istiyordun al sana yepyeni duvarlar stalini ve aziz pavlusu geri istiyordun işte duvarlarda pıhtılaşmış alyuvarlar ah harunun aslan yürekli torunu bet sesli muganni şom ağızlı peygamber ne olurdu bu sefer yanılsaydın dünya biraz huzur bulsaydı sen gene alevlerin bakiresiyle oynasaydın işkembelerine kadar deşilmiş kanlı imgeler torbasından şimdi ne çeksem bahtımadır arzu dolu bedenleri yırtan kudret toprağımda zaten hazıroldadır karakol köpeklerinin parçaladığı hazal çocuk rüyama yaralarıyla girip söyledi kendi dilinde feryat etmeye korkuyormuş şiir bitti bu bir fışkırtma durumu artık kalemle değil hortumla yazılan vidanj eylemi içimde biriken onca kini önce senin üstüne ey kamulcu sen hâlâ havanaya hayran zevk için namlu emen üniformaya tapan gazzeye götü kalkan cizreye gözünü yuman seni meşrû muhalif resmî militan halkına düşman devrimci sonra senin üstüne aydınlanmış insan aydınlığıyla göz kamaştıran parlatılmış kibir ku

islamcılığın antropolojisi yahut özcülük yerine post-kolonyal teori

cuma günü deniz'in mevsimlik işçiler üzerine yüksek lisans tezini dinledik. kadın bir yazını iç ege'de ağırlıklı olarak kürt, bir kısım da çingene olan mevsimlik tarım işçileriyle geçirdi. onlarla tütün topladı, domates kesti, yonca ayıkladı. hasılı özneleriyle bedenleşti, hemhal oldu, hikayelerini dinledi ve bize de hikayelerini anlattı. benim akademi düşmanı alerjik filtrasyonumdan mı, yoksa sinematografik seçici algımdan mı bilmiyorum ama yaptığı tezden ziyade böyle bir tür hikaye anlatmak gibiydi, metinden bize bir his geçiyordu yani. şemsa hoca da istatistik örneği üzerinden salt rakamların değil, antropolojik çalışmaların nesnesi olan bu tür hikayelerin de iktidara verdiği "bilinirlik" imkanının bir "yönetimsellik" aygıtına dönüşmesi ihtimalini bize hatırlatınca bu hissiyat meselesi daha da önem kazandı zihnimde. yani akademik metin bir tür hikayeye dönüştüğünde, o bütün muktedir biliş mekanizmalarının ötesinden, en azından biraz ırağında başka türlü b

yine aynı karın ağrısı

Resim
beş sene oldu hisarda ama hala okumayı öğrenemedik. genel disiplinsizlik baki, yeni yeni işte okumaları biriktirmeden yapmayı öğreniyoruz. işte en azından sevdiğimiz, ciddiye aldığımız, istifade ettiğimiz derslerde, motivasyonla okunuyor. ama işte kıldı, yündü, SBK'ydı Çayhane'ydi derken, birkaç ufak prodüksiyonla akşamlar yalan oluyor, e biraz bilgisayar aylaklığı, midtermler gelip çatıyor. tabii bu arada dil, osmanlıca, matematik-istatistik gibi dersler disiplinsiz çalışma sayesinde harcanıyor. sınavdan önceki akşam gelip çattığında, kütüpane alacasında, yahut izbe bi öğrenci evinde, ufaktan arvö part, sigara dumanı, loş ışık ve kediler arasında notlara, okumalara, sorulara dalmışken işte nasıl oluyorsa yine o karın ağrısı gelip buluyor. önce açık bilgisayarda youtube'dan bi ufuk bayraktar taraması, sonra işte orhan-ibo-ciwan, sonra bi sigara, bi sigara derken sızıyorum. uyandığımda bi bakıyorum, sınav saati gelmiş çatmış, bişey çalışamadan öylece kağıda bakakalmışım. aşa

dinlemek gerek!

Resim
şimdi tiyatroyla alakam, lisedeyken okulcana gidilen bir adet moliere piyesinden ibaret. cimri miydi neydi hatırlamıyom. o zamandan bu yana hiç gitmemişim, kapısından girmemişim. böyle bir ısınamama hali felan. e memlekette de iyi tiyatro heralde pek yok. sonra bu krek dediler şudur, budur. ben de istiyorum bizim tülin'in bir oyununu göreyim. sonra bu "güzel şeyler bizim tarafta"yı da duymuşum, kapalı gişe, şudur budur. hülasa kalktık gittik santralistanbul'a. tabi yediğimiz, içtiğimiz, high-culture, hipster, üst-orta sınıf bilimum leşlikler, yanayatıklıklar, kocaman gözlükler felan. lahavla çektik, cıgaramızı sardık içtik. salon ufakça bi depodan bozma. ufak bir kademelendirmeyle sandalyeleri dizmişler ama kutu gibi yani. aydınlatma ve ışık izolasyonu temiz. birer kulaklık verdiler bize, müzelerdeki sesli rehberden aslında. ama sistem çok temiz, kristal bir sesti. derken perde kalktı, sahne göründü. ama tabii aslında bir tür ekran. abiler oraya bi cam çekmişler. oyun

derdim dünyadan büyük

78' yapımı bir orhan baba filmi. bu aralar arabeske sardık, kaderimin oyunu ile sardunya 'mızın soundtrackini de selamladık, arada buna rastladık. orhan baba bu filmde kentsel dönüşümün henüz portakalda vitamin olduğu zamanlara, 70'lerin gecekondulaşma mevzuuna barnak basıyor, hemi de istanbul'un ilk gecekondu semtlerinden olan sevgili rumelihisarüstü mahallemizde. kim sahnelerde armutluya bakan yamaçların henüz yapılaşmamış halini görmek mümkün. namusunu kurtarmak için hapse düşen abi gibi filmin tipik türk sineması trükleri dışında orhan baba'nın patronlara, fabrikatörlere, ağababalara nutuklar attığı, fakir kızın fabrikatörün oğluna vardığı sınıf çatışmasının tavan yaptığı sahneler mevcut. finalde orhan babanın yıkıma gelen dozerlere karşı diz çöküp rachel corrie'ye bağladığı, ahaliyle beraber "yıların günahı kaderde mi kalacak/ elbet birgün insanlık sizden hesap soracak " deyu devrimci terannümler eylediği bir yapıt. eh isyan iyidir, hem de organi

gül satan adam

Resim
bizim halimiz bu bir zamandan bu yana. sezai reis mona roza 'yı yazarken, "bize bu kesik dansı öğretmeyen" yeşil sarıklı ulu hocalara atarken, mehmet abi mızraksız ilmihal 'inde "saçların ne renk nurhan?" diye sorarken, hatta mahmut abi uzak ihtimal 'de genç imamhatiplinni rahibeyle dramını anlatırken hepsi aynı yerde, aynı çizgide buluşuyor. o da bu absürd modernlik tecrübesinde, cinslerarası ilişkilerde bize doğru dürüst bir kılavuz, bir rehberlik oluşturamayan fıkhımız, kısıtlı islami birikimimiz. müslüman kadınlar ve erkekler için böyle total bir yan basma hali var yani. 70'lerin islami uyanışı, islami kimlikle daha eleştirel ve kökten ilişkilenen bir kuşağı yarattıysa da bu tartışmalar 80'lerda minder ve perde fantezilerinin ötesinde bir cinsiyet fıkhını ne idrak ne de inşa edebildi, ki onun 90'lara izdüşümünü ulvi alacakaptan muhteşem sarışın sekreter hikayeleriyle çok iyi hicvediyor. ya da bugünlerde başakşehir'in kimi etaplarının

cadı avına direnen bir adam: sarı hoca

Resim
kürt sorununu türkiye akademyasının çerçevesine dahil eden ismail beşikçi hoca hakkında bir belgesel. hiç fena değil, gayet derli toplu, izletilesi, ibretilesi...

sevdigim kizi istemeye gelmisler

Resim
blogu bosladik ama bu ara iki super film seyrettim. wenders'in pina 'si bombastik. 3D ne menemmis onu da gormus olduk. beden, performans, olus felan kafasi var filmin. seyfi abi'nin BBC'siyse pek olmamis. tatil kitabini sevmistik ama bu film pek kirik. bence sikinti cicek'te, kurgu boyle hep aksak. arada bi anlamsiz ardarda dizilimler falan var. kararsiz bi durum. sinemaskop traveling olmamis, filmin ruhuna bisey katmiyor. ankara meselesi zayif kalmada, aradaki manzaralar ozensiz. oyunculukta da kasting sikintisi var gibi, hakikilik yok. yine de tum bunlara ragmen, romani okumasam da cok iyi fragmanlar var. biraz turkiye'nin 90'larinin ruhu falan var, gec modernlesmenin izleri. onlara bakmak lazim. simdi burasi biraz kusmayeri degil ama sicik bi durum var. bi uc seneden fazladir bekledigim, korktugum sey oldu. sevdigim kizi istemeye geldiler. mevzu da ciddi, kus ucacak. biz siki tuttuk yani. pazartesiye paper yazmam lazim. hayatta yapilcak bissuru sey, yasan