Kayıtlar

sinema etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Meteorlar

Meteorlar (Trailer) from Gürcan Keltek on Vimeo . Gürcan'ı pek çoğumuz rafine işi Koloni ile tanısak da esasen ilk filmi Fazlamesai ile özgünlüğünü ve sinemaya yaklaşımını olanca samimiyetiyle ortaya koymuştu. Bu çizgi doğrultusunda Meteorlar'ı  yüksek bir beklentiyle seyrrettim Locarno prömiyerine paralel. Sanırım hayalkırıklığımda bir parça bunun da etkisi var. Film, adı ve fragmanıyla bir parça Kutluğ Ataman'ın Aya Yolculuk'ta yaptığı türden bir takım muziplikleri yahut Guzman'vari çok katmanlı bir meta-epiği (Sedef Düğme) çağrıştırsa da bunların hiçbirine yaklaşmıyor. Meteorlar, Türkiye'nin en uzun yılı, yahut henüz bitmemiş olan sonbahar' ı üzerine, buluntu filmlerden bir derleme. Daha doğrusu film, bulduğunu iddia ediyor. Mevzuya göbekten girersek Meteorlar, Kürdistan'daki kanlı savaşın medyaya, özelde de Kürt medyasına yansıyan görüntüleri üzerine inşa edilmiş. Jeneriğe dikkatle baktığınızda bölgede ANF ve DİHA için görüntü üreten pek ç...

iki filim: i, daniel blake & fürûşande

Resim
Çağrı merkezleri, saçma sapan formlar, prosedürler, prospektüsler, bitmek bilmeyen online randevular, sinir bozan müşteri hizmetleri. Bir sorumsuzluk rejimi olarak kapitalizmin illet eden, süründüren, ilanihaye öldürebilen yeni yönetişim teknikleri. Yoldaş Ken'in son filmi, hikayeyi buradan yakalamayı beceriyor, ama gerisi 40 yıllık Loach sinemasının sıradan bir halkası niteliğinde ve kesinlikle iyilerinden değil. Hele palmiyelik hiç değil. Filmin metni ve içeriği güncel. Marksizmin güncelliğini tartışmaya lüzum yok. Avrupada sosyal devletin çöküşünün yarattığı derin buhranın bu aciliyeti arttıracağı da aşikar. Toplumsal bir metin olarak film bu manada da başarılı bulunabilir. Fakat bu, nihayetinde film sanatını tarttığımız ölçütlere göre vasat bir rejiyi telafiye yetmiyor. Palmiye başka, Marksizm başka. Onun için hoşuma gitse, film olarak iyi bulmadım. Bisiklet Hırsızları ya da Yılmaz Güney'vari, sınıf çelişkisini sıklıkla trajediye tahvil eden, fukaralıktan kötü yola düşen...

Türkiye Sinema Tarihyazımını Yeniden Düşünmek

Remake Remix Rip-Off Trailer from MONOLIT on Vimeo . Hamiş: Bu metni filmi seyrettiğim Perşembe gecesi kaleme aldım. Bitirmeye ramak kalmıştı ki bambaşka bir güne uyandık. Esasa ve işe sadık olarak yayınlamak şimdiye, yazılmakta olan tarihe nasip oldu. Tarih meselesini tekrar ve tekrar hatırda tutarak yaşamak ve üretmek içün... Türkiye sinemasının "son onbeş yıl" içerisinde geçirdiği dönüşüm, ortaya çıkan yeni anlatı içerik ve biçimleri en çok ciddi bir eleştiri ve tarihyazımı pratiğinden yoksun. Nitelik ve niceliksel gelişmenin film eleştirisi ve sinem tarihi disiplinlerine etkisinin düşük olduğunu söylemek gerek. Cem Kaya'nın neredeyse 7 yıldır çalıştığı ve aslında 2014'te Locarno'da dünya prömiyerini yapmış olan belgeselini nihayet görmek şansına eriştğimde, aklımda ilk oluşan şey bu tarihyazımı meselesi oldu. Cem, Türkiye sinemasının yazılmış tarihine çok radikal başka bir tarihyazımını öneriyor ve bunun bir örneğini cesur ve zanaatkar bir şekilde o...

documentarist 2015: V. gun

Resim
Müzeler ve sanat tarihi hakkında bir filmden sıkıcı olması beklenir. Festivalde Ulusal Galeri 'yi kaçırmıştık. Bu iyi oldu. Film Viyana'daki Kraliyet müzesininin koleksiyonlarının yenilenmesini takip ederken, sanat eserinin teşhir ve tedavülüne, üretim ve metalaşmasına dair süreçleri de hiç büyük laflar etmeden tartışmaya açıyor. Filmde hiç sanat tarihçisi yok, kimse kameraya konuşmuyor, kamera usulca yöneticileri, restoratörleri, eksperleri, koleksiyonerleri, yerleştiricileri takip ediyor. Hatta kimi zaman ondan bile imtina ederek, Haneke filmlerinden aşina olduğumuz mesafeli bir pozisyona yerleşip öylece seyrediyor. Festivalde launch yaparken ilk kez saatime bakmadığım, öylesine kaptırdığım ilk film bu oldu açıkçası. Belgesellerin ciddi bir kısmında var olan ritim sorununu hiç yaşatmayan, üstelik doğru düzgün bir metni bile olmayan -meselesi değil!- bir film. Bunun arkasında da ince bir zanaat yatıyor. İlginçlik peşinde koşan, temasının orjinalliğine yaslanan filmler bir ...

documentarist 2015: IV. gun

Resim
Eşik Stefan Jarl'ın finans kapitalizminin İsveç'teki sosyal adalet rejimini nasıl çökerttiğine dair bir film. Tezleri iyi ama konuşan kafalar biraz sıkıcı. Chris Stenger'in mezuniyet filmi, annesi ile kendisi üzerine bir ufak kadınlık hikayesi. Bayağı etkileyici, kendini mercek altına almaktan kaçmayan, son kertede ufak sürprizleriyle daha varoluşsal tartışmaları da çağıran kompakt bir film. Sevdik, feminist ablalar kaçırmasın. Sume Grönland dilin plak çıkaran ilk rock grubuymuş. Grönland topraklarında, Danimarka kraliyeti tarafından asimilasyona uğrayan Grönland halkının dilinin ve ulusal kimliğinin yansıması olan, adeta Grönland'ın Koma Azad'ı sayılabilecek bir grup. Neredeyse 35 yıl sonra dönüp geriye bakarken bir halkın asimilasyona uğraması, dilinin ve kültürünün imhası ne demek görüyorsunuz. Belki Kürdistan'daki kadar kanlı değil ama gene de acıtıcı. Sevdik bu abileri. Ya bu müzik belgeselleri hep mi böyle oluyor ama galiba bu hümanizm işler...

documentarist 2015: III. gun

Resim
THE LOOK OF SILENCE [Theatrical trailer] - In theaters July 17th from Drafthouse Films on Vimeo . Güne Joshua Oppenheimer'in Sessizliğin Bakışı ile başladık. Gerisi iflah olmadı zaten. Reyiz bu filmde, Endonezya'da Suharto diktatörlüğü sırasında katledilen milyonlardan birini Ramli'yi arayan erkek kardeşi gözlükçü Adi'nin hikayesini anlatıyor. Tabii ki salt onun değil, 65-66 arasında yaşanan ve doğru dürüst tarihi bile yazılmayan, faillerinin hala muktedir olduğu bir soykırımın da hikayesini anlatıyor. Film inanılmaz. Adi, Öldürme Eylemi' nden aşina olduğumuz katillerle mülakatlar yaparken herkes o kadar sakin ki insan kafayı yiyor. Kafayı yemeyenler ise öldürdükleri kurbanların kanlarını içerek (temsili değil) akıl sağlıklarını koruyan paramiliterler, yahut dini bütün Endonezyalı köylüler. Filmdeki katillerin dilinden pelesenk olmayan antikomünist söylemin nasıl bir illet olduğu, ABD eliyle Karadeniz'in köylerinden Sumatra'nın dağlarına tüm dünyaya n...

documentarist 2015: II. gun

Resim
Stefan Jarl ile güne başladık. Açıkçası biraz apokaliptik, duyarcı bir film, fakat kimyasal kuşatılmışlık ve insan türünün biyolojik evrimine dair tezleriyle film dikkat çekiciydi. Özellikle yaygın kullanılan kimi kimyasalların (alev geciktirici, su kaydırıcı, plastik yumuşatıcı vb) biyogenital fonksiyonlara, hormon rejimlerine etkisi, cinsiyet mutasyonları gibi fantastik sonuçları açısından dikkat çekiciydi. Epey ticari tv belgeseli havası sıksa da kendini seyrettiren bir yapım. Klasik belgesel anlatısının epey dışında, Gaspar Noe kafasıyla, üst sesiyle tripten tribe koşan, yer yer Ghosts of Cite Soleil tedirginliği yaşatan aşırı pornografik kamerasıyla bir mülteci dramı. Estetik yaklaşımındaki özgünlük, filmin tartışmasındaki eksikliği gölgelese de sömürgecilik tarihinden bağımsız mültecilik anlatıları benim için pek heyecan verici değil. Yine de ilginç film Eichman yargılamalarından sonra kameranın pek çok kez mahkeme salonlarına girdiğine tanıklık ettik. Bu sefer soykır...

documentarist 2015 güncesi: I. gun

Resim
Yılın en güzel zamanları, filmden çıkıp filme girdiğimiz, imajların imajlara super-impose eylediği vakitler. Bu yıl de tek sermayemiz emeğimizle documentarist ekibine destek olmaya gayret ediyoruz. Yine sıkı filimler ve yine boş salonlar. Ses Tiyatrosu'nun epik salonunda tek bir seyirciye, sevgili Eytan İpeker'e 3 saatlik bir Geyrhalter destanının 1576 satırlık altyazısını tek tek bastım. Demek ki festivalmiş, sansürmüş, Emek Sineması'ymış bunlar biraz tatavacılıkmış. Filim seyretmiycekseniz siktirin gidin, kalabalık yapmayın ortalıkta. Bu yıl iyi nükleer belgeselleri var. Stefan Jarl abimiz İsveç'in epey Kuzey'inde, Avrupanın taşrasında, modernliğin ücra kıyılarında ren geyiği çobanlığı yapan Laponların Çernobil'in radyoaktif bulutlarının sürüleri zehirlemesiyle değişmek zorunda kalan hayatlarını takip ediyor. Epik bir pastoralite, endüstriyel hayata, evcilleştirilmemiş kırsaldan kente sürülmek zorundan kalan insanlar, tabiat, eşya ve hayatın kendisi. İlk...

İki Gün Bir Gece ve sonrası...

Resim
önce kaza, sonra set derken neredeyse 6 aydır salonlardan uzak kalmışız. döner dönmez vurduk kendimizi karanlık dergahımıza. seyreyleyelim hayal perdesini... Dardenne biraderlerin kararında bir işçi sınıfı güzellemesi olan İki Gün Bir Gece neoliberal düzende sınıfdaşlarıyla kazançları arasında bir tercihe zorlanan küçük bir atölyenin on iki işçisiyle, depresyon tedafisinden yeni çıkmış, evli ve iki çocuk annesi ve ev kredisinin borçlusu Sandra'nın hikayesini anlatıyor, tabii her Dardenne hikayesinde olduğu gibi insanı gerim gerim geren dramatik bir gerilimle. Sandra'nın hali hakikaten harap, yaşamaya mecali yok, kocası zar zor onu ayakta tutuyor, ama işte bir gayret cuma'dan pazartesi sabahına kadar kapı kapı gezip iş arkadaşlarını alacakları 1000 euro ikramiye yerine, onun işte kalmasını tercihe ikna etmeye çalışıyor. işinden olmamak için adeta vicdan sömürüsü yapmak, hepsi de gayet bu ikramiyeye ihtiyaç duyan arkadaşlarını fedakarlık yapmaya zorlamak zorundadır. başk...

Gazze Şeridi

II. İntifada henüz başladığında ortaokuldaydım. Politik bilinçlenmem ve akil baliğ olarak sokakla tanışmam da o zamanlarda oldu. James Longley'in Gazze Şeridi belgeseli, seyrettiğimde beni derinden etkileyen bir filmdi. Festivale gelmişti yönetmeni. Sonrasında tanışmış ve filmin gösterimi için aracılık etmiş, dolaşımını sağlamıştım. III. İntifada'nın eşiğinde hafızayı tazelemek iyi geldi.

Prolog 5: Rabbani Usta

Rabbani Şaşmaz from Mustafa Emin Büyükcoşkun on Vimeo . Kalkandelen'li, Vefa Spor'un eski forveti, Kapalıçarşı'nın son sırma ustası Rabbani Şaşmaz. Hakkaten orjinal, nev-i şahsına münhasır bir adamdı. Onun Balkanlardan İstanbula, Vefaspor'dan Kapalıçarşıya uzanan hikayesi, 60'ların renkli toplumsal hayatından da bir fragman sayılır. Rabbani Usta 80'i aşkın yaşıyla hala çarşıda Astarcı handaki atelyesinde, sim sırma işlemeye devam ediyor...

Yaralı Bilincin Çilesi

Resim
Ayşe hanım fotografının çekilrmek istemezdi. Ben de hadsizlik edip çekmedim. Bu fotograf 2010 baharında, evine yaptığımız bir ziyarette çekildi. Bülent Oran'ın cam koleksiyonu, kadife koltuğu, derviş sikkesi, duvarda hat levhaları, devetabanı, plastik güller... Ayşe Şasa'dan bana kalan resimdir. Ayşe Şasa'yı ikinci kısa filmim Sardunya vesilesiyle ziyaret etmiştim. Kitaplarından gıyaben tanısam, da o zamana kadar tanışmak nasib olmamıştı. Murat Pay ile sıcak bir Ağustos günü, Gayrettepe'de çokkatlı bir apartmanın en üst katındaki dairesine, onun tabiriyle "kulenin tepesi"ne gitmiştik. Kafamdaki korsan CD hikayesini anlatmış, yarım yamalak canlanan aşk hikayesini nasıl çözebileceğimi filan sormuştum. Filmin plotunun sembolik izleğine dönüşen çiçek motifini öneren Ayşe hanımdır. Esasında siyah bir lale olacaktı. Fakat yazın yetişmediği öğrenince sanat yönetmenim Ayşe Gülsüm Özel sardunyayı önerdi. Filmin adı da böylece belli oldu. Hülasa Sardunya 'nın ...

Documentarist Notları-IV

Resim
Reem Ali'nin "Köpük" filmi 2000'lerin ikinci yarısında, yani Hakan Albayrak'ın birleşik Türkiye-Suriye haritasıyla goygoy yapıp, Erdoğan'ın Hamidiye çarşısında sevgi seline maruz kaldığı zamanlarda, Suriyeli muhalif bir çiftin yaşadığı kapatılmışlık hissiyatının izini sürüyor. Zihinsel engelli Muhammed bir bakıma Suriye toplumunun kafayı sıyırmak üzere haleti ruhiyesini temsil ediyor. Savra öncesindeki atmosfere dair hakiki bir portre sunuyor. Nidal Hassan'ın Dox.Lab tarafındna sipariş edilen bir atölye çalışması sonucunda ürettiği bu film, esasen bir yönetmenin film yapma sürecine dair bir tür günlük niteliğinde. Suriye'de namus cinayetleri ve kadınlık halleri üzerine bir ortakyapım üzerine çalışırken, 15 Mart 2011'de isyan patlak verir ve olaylar gelişir. İddialı başlığından anlaşılacağı üzere film çok şey söylemeye çalışırken pek azına muvaffak oluyor ve az çalışılmış sinematografisiyle, sadece anlattığı hikayenin meşruiyetine yaslanarak pe...

Documentarist Notları-III

Resim
Michael Glawogger, kol emeği bitti devir beyaz yakalı devri teraneleri ayyuka çıkarken, dünyanın izbelerinden işçi sınıfının en altındakilere dair beş portre getiriyor perdeye. 16 mm coşkusuyla epik görüntüler ve inanılmaz güçlü imajlar. İyi bir perdede seyretmek lazım. "İki Şehir Bir Hapishane" Şam'da çocuk cezaevinde yapılan yaratıcı drama çalışmalarına katılan çocuk mahkumların anlatılarından ilginç kesitlerle bir kolaj yaratıyor. سورية : يوميات الزمن الحاضر Syria : Snapshots of History in the making from abou naddara on Vimeo . Seyrederken bana epey Bosna'yı çağrıştıran, demek ki savaşın ve kuşatmanın haleti ruhiyesini yansıtmayı, muhasara altındaki halkın hissiyatını aktarmayı beceren bir film bu. Bilhassa savaşın farklı kesim ve aktörlerini bir araya toparlamayı ve son kertede "konuşamayan" kahramanların sözlerinin bittiği anları iyi derleyen bir çatısı var. Etkileyici. Beppie (Johan van der Keuken, 1965) from Tlatoani Claudio on Vimeo...

Documentarist Notları-II

Resim
Kieslowski'nin farklı yaşlarda bale yapan 7 kadının hikayesini anlattığı 7 günlük bir belgesel. Şiir. Mısır hakkında duymak istemeyeceğimiz herşey. Kahire'nin yoksul kenar mahallelerinde, gelecekleri ve geçimlerini sağlayacak herhangi bir şeyleri olmayan kadınların, para karşılığında Körfez'den gelen "talip"leriyle "urfi" evlilikleri yapmaktadırlar. Şia'daki "muta" nikahından farksız olan, kadın ticaretinin kitaba uydurulmuş bu halini Mısırlı kadınların yegane seçeneklerine dönüştüren bozuk düzene lanet okurken, bu arada İhvan'ın doktor-mühendiz tayfasının hangi önemli işlerler meşgul olduğunu da düşünmeden edemiyor insan. Mazlum ve mustazafların derdine derman olmaya talip değilseniz ne anladık Rabia'dan? Epeyce adından söz ettiren "Trans X İstanbul"u da festival vesilesiyle görme fırsatı buldum. Açıkçası meselesinin altından pek de iyi kalkamayan bir belgesel. Genel anlamıyla trans bireylerin toplumla kurdukları...

Documentarist Notları-I

Resim
documentarist 7 yıllık üniversite maceramıza paralel büyüyen bir festival. her defasında final dönemine denk gelen, değil bünyesinde yer almak, filim seyretmeye dahil vakit bulamadığımız talihsiz festivallerden biri. neyse ki son yıllarımızda seyrelen yoğunlukla beraber festival bünyesinde bizim de tuzumuz oldu. altyazı operatörlüğü yaparak günler boyunca filmlerle hemhal olmak güzel bir tecrübe. festival bu yıl da mütevazi ve mahdut koşullarda filimler gösteriyor, filimcilerle filimseverleri bir araya getiriyor, hikayeleri ve hissiyatları müşterek kılmaya kapı açıyor, iyi de ediyor. "Kötü bir Rüyadan Uyanmak" meme kanserine yakalan kadınların, hastalıkla mücadele hikayelerine odaklanan, duru bir üslupla dramatikleşmeden kadınlık halleri anlatan çok temiz bir film. Hastalık ve şifa gibi çetrefilli ve derin insani mevzulara dair etkileyici kesitler sunan film, kadın olmanın ne idüğüne dair da çok ince detaylar yakalıyor. Bilhassa genç çiftler için ibretlik, izlenesi. ...

Prolog 4 Hüsamettin Yivlik

Hüsamettin Yivlik ile yaptığımız röportaj bu belgeselin en zengin görüşmelerinden biriydi. Çemberlitaş'taki Karababa Tekkesi'nin son Ahmet Sadık Yivlik'in oğlu olan Hüsamettin Usta, kıl testere ile sedef ve gümüş kakma sanatının önde gelen zanaatkarları arasında sayılıyor. Melami meşrebi, olanca mütevaziliği ve engin sohbetiyle Hüsamettin Yivlik geleneksel sanat ve zanaatların nasıl bir siyasal ve toplumsa hayatın ürünü olduğunu da bize hatırlatmış oldu. Üretim biçimi ve ilişkilerinin dünya tasavvurumuzla ilişkisin, medeniyet denilen şeyin fantazmalarla değil tam da bu üretim ve yaşam pratikleriyle vücuda geldiğini hatırlatan bir mülakat oldu. Uzun ve eksiksiz versiyonunu yayınlamak vacib sayılır. Hüsamettin Yivlik from Mustafa Emin Büyükcoşkun on Vimeo .

Prolog 3: Broker Ayfer

Tüm bu "eski" esnaf ve zanaatkar taifesi arasında bir brokerın hikayesini anlatmak garip olsa gerek. Ne var ki Borsa Uzmanları Derneği Başkanı Ayfer Çor, kariyerine 90'lı yıllarda başlamış beyaz yakalı bir işçi olarak, bildiğimiz ışıltılı plaza anlatılarının dışında çok başka bir hikaye anlatıyor. Kapitalizme dair bildiklerimizin en klişe, karikatür temsili olan borsayı yapan, ayakta tutan hikayesi bu aynı zamanda. Hiç beklemediğimiz kadar insani, hatta yer yer nostaljik bir anlatısı var Çor'un. Tam da bunun için Hanlardan Plazalara yaptığımız yolculuğun finans bölümünde kendine bir yer buldu. Bir kulak verelim derim. Broker Ayfer from Mustafa Emin Büyükcoşkun on Vimeo .

Prolog 2: Çaycı Sabahattin

Belgeselin ikinci bölümünün prologu olan Sabahattin Usta, Kapalıçarşı'da Zincirli Han'da mukim, şen şakrak, arı gibi çalışan Erzincanlı bir amca. Türk çayından pek hazzetmeyen benim hayatımda içtiğim en iyi çayı demleyen, fevkalade Türk kahvesi yapan -işinin ehlileri gibi o da Nuri Toplar'dan alıyormuş kahveyi- hususen zahter de demleyen, civardaki kuyum-döviz esnafının hürmet ettiği bir çaycı Sabahattin Usta. Bize hanın henüz yerleşime açık halini aktarırken, çarşının değişen esnaf ve ticaret hayatıyla alakalı da ilginç bilgiler verdi. Sabahattin amcaya gidin ve bir çayını için. Çaycı Sabahattin from Mustafa Emin Büyükcoşkun on Vimeo .

Prolog 1: Temizlikçi Niyazi

Hanlardan Plazalara'yı çekerken, müşteri talepleriyle kendi estetik kaygılarımız arasındaki müzakere, 26 dakikalık programın ilk üç dakikasına koyduğumuz prologlarla sonuçlandı. Programın ilk bölümünün prologu olan Niyazi, Antepli bir taşeron temizlik işçisi. Gece gündüz milletin pisliğini temizleyen bir insan. Bir yandan çalıştığı mekana hayranlık duyarken, bir yandan da müşterilerle arasındaki muazzam sınıf farkına isyan eden, haysiyeti ayaklar altına alındıkça, onun tabiriyle "fors" atıldıkça öfkelenen bir abi. Türkiye'nin son oniki yılda yaşadığı gelişimi, gerçekleşen kalkınma hamlesini taltif etmemiz beklenen bir formatta programı Niyazi'yle açmak şüphesiz ideolojik bir tercihti. Saraylar yükselirken iştihamlı kapılarına değil, kimlerin sırtında kimlerin kanıyla yükseldiklerine bakmayı yeğleyen bizler için bu iş, hayata bakışımızı yansıtmayı ahlaki bir ödev saydığımız bir projeydi. Umulur ki mahcup olmayız... Niyazi Polat from Mustafa Emin Büyükcoşkun o...