documentarist 2015: V. gun



Müzeler ve sanat tarihi hakkında bir filmden sıkıcı olması beklenir. Festivalde Ulusal Galeri'yi kaçırmıştık. Bu iyi oldu. Film Viyana'daki Kraliyet müzesininin koleksiyonlarının yenilenmesini takip ederken, sanat eserinin teşhir ve tedavülüne, üretim ve metalaşmasına dair süreçleri de hiç büyük laflar etmeden tartışmaya açıyor. Filmde hiç sanat tarihçisi yok, kimse kameraya konuşmuyor, kamera usulca yöneticileri, restoratörleri, eksperleri, koleksiyonerleri, yerleştiricileri takip ediyor. Hatta kimi zaman ondan bile imtina ederek, Haneke filmlerinden aşina olduğumuz mesafeli bir pozisyona yerleşip öylece seyrediyor. Festivalde launch yaparken ilk kez saatime bakmadığım, öylesine kaptırdığım ilk film bu oldu açıkçası. Belgesellerin ciddi bir kısmında var olan ritim sorununu hiç yaşatmayan, üstelik doğru düzgün bir metni bile olmayan -meselesi değil!- bir film.
Bunun arkasında da ince bir zanaat yatıyor. İlginçlik peşinde koşan, temasının orjinalliğine yaslanan filmler bir süre sonra sıkıcılaşırlar, zira bir nesnenin ilginçliğinin de sıkıcılaştığı bir an gelir. Fakat nesnelere eğer yeterince ve doğru açıdan yaklaşmayı başarırsanız, orada resim boyut değiştirir. Her maddenin aynı elektron parçacıklarından mürekkep olması gibi burada da ayrı bir katman açılır, nesne ve özneler mevcut anlamlarından başka katman ve düzlemlere konuşmaya başlıyorlar. Burada da sanat tarihiyle başlar gibi gözüken bir tartışma sanat eserinin üretiminden zaman ve mekana dair başka katmanlara doğru açılmaya devam ediyor.



Geyrhalter üzerine yorum yapmak haddimize değil. Film tek kelimeyle epik. Buyurun.



Nezihe'nin Baharı son derece klişe modern Batı'da geleneklerinden kurtularak özgürleşen Doğu'lu Müslüman göçmen kadın filmi. Fakat ilerledikçe tartışması buradan çıkarak Hollanda sosyal hizmetler sistemi üzerine sert bir kritiğe yöneliyor. Gençleri topluma kazandırma, aileleri eğitme, ıslah etme vb misyonlarla devletin biyopolitikalarının icra tekniklerini hedef tahtasına oturtan film, aradaki sömürgeci bağları çok ima etmese de seyirciye buna ifşa etmek için yeterli bağları sunmayı başarıyor. Emancipation anlatısı sıkıcı olsa da Avrupalı refah devleti geyiğinin iç yüzüne dair sıkı kritikleri filmi kıymetli kılıyor.



Aslında System of a Down'dan ziyade Ermeni soykırımı hakkında yapılmış bir belgesel. SOAD filmin kurgu numarası olmuş. Temel tezi ise Ermeni soykırımı tanınsa ve vaktinde müdahale edilseydi Holokost ve sonrasının yaşanmayacağı. Buradan da emperyal devletlerin çıkarlarının insan hakları söylemine nasıl galebe çaldığına dair sıkı eleştiriler geliyor. Film çok klişe Amerikan televizyon belgeseli ve 10 yıl önce üretilmiş. Ajit prop dozu fazla olsa da soykırımı uğrayanları salt Ermeni halkından ibaret görmemesi takdire şayan ve ufuk açıcı.

Yorumlar

Kral dedi ki…
Malatya Haber Olarak Sizi Takip  Ediyorum Başarılarınızı Diliyorum İyi Bloglamalar :)  
Böyle Devam Edin Çok Teşekkürler

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum