Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Meteorlar

Meteorlar (Trailer) from Gürcan Keltek on Vimeo . Gürcan'ı pek çoğumuz rafine işi Koloni ile tanısak da esasen ilk filmi Fazlamesai ile özgünlüğünü ve sinemaya yaklaşımını olanca samimiyetiyle ortaya koymuştu. Bu çizgi doğrultusunda Meteorlar'ı  yüksek bir beklentiyle seyrrettim Locarno prömiyerine paralel. Sanırım hayalkırıklığımda bir parça bunun da etkisi var. Film, adı ve fragmanıyla bir parça Kutluğ Ataman'ın Aya Yolculuk'ta yaptığı türden bir takım muziplikleri yahut Guzman'vari çok katmanlı bir meta-epiği (Sedef Düğme) çağrıştırsa da bunların hiçbirine yaklaşmıyor. Meteorlar, Türkiye'nin en uzun yılı, yahut henüz bitmemiş olan sonbahar' ı üzerine, buluntu filmlerden bir derleme. Daha doğrusu film, bulduğunu iddia ediyor. Mevzuya göbekten girersek Meteorlar, Kürdistan'daki kanlı savaşın medyaya, özelde de Kürt medyasına yansıyan görüntüleri üzerine inşa edilmiş. Jeneriğe dikkatle baktığınızda bölgede ANF ve DİHA için görüntü üreten pek ç

Spell Reel

S P E L L  R E E L – Fatima Silva (teaser) from Filipa César on Vimeo . Sardunya 'nın başrolü şair Enes Özel'in Berlinale Forum' görüp hararetle tavsiyesi üzerine haberim oldu filmden. Muhteşem tesadüf ki Karlsruhe'ye döndüğüm akşam Kinemathek 'te gösterimdeydi. Epeydir haşır neşir olduğum arşiv meselesiyle, sömürge-sonrası Afrika'nın militan sinemacılarının imaj imalatı beni zaten heyecanlandırmıştı. Fakat bu kadarını beklemiyordum. Kurmacanın gerçekliğinden giderek uzaklaşan estetik-politik zevkimin Guzman'ın El Boton Nacar' ı ile Oppenheimer'in Act of Killing ile Look of Silence 'ından sonra deneyimlediği en iyi film, muhtemelen bu yıl görüp görebileceğim de. Form ve format itibariyle sinemada projekte edilse de Filipa Cesar işini kendisi tarafından asemble edilmiş kollektif bir filim olarak tarif ediyor.  Spell Reel Gine Bissau bağımsızlık mücadelesinde PACGI (Gine ve Cape Verdenin Hürriyeti için Afrika Partisi) lideri  Amílcar Cabra

süflî şeyler

Resim
Yaz geldi, hararet yükseldi. Ev çatı katı, haliyle iyice kızıyor. Güneşin akşam 10 sularınca battığını nazarı dikkate alırsak, maruz kaldığımız ısının miktarı anlaşılır. Bardak bardak su deviriyorum. Dolap da beş kişiye anca yettiğinden suyu buzla soğutuyorum. Türkiye'de pek popüler olan Ikea işi büyük (pint der Amerikalılar) limonata bardakları nedendir burada pek yaygın değil. Ikea da epey uzak. ben de evdeki büyük fıstık ezmesi kavanozlarını kullanıyorum bardak niyetine, kana kana. Steinbeck'in "Kenar Mahalle" romanında okumuş olmalıyım. Kahramanlar reçel kavanozlarından şarap içiyorlardı. Orta okuldaydım herhale. Şaraba yabancılık bir yana, reçel kavanozunun bardak olarak tasarrufu, kavanozun çağrıştırdığı yapış yapışlık hissi, doğru düzgün bir bardak bulamanın getirdiği berduşluk ile bir yandan da çay bardağında rakının salaş karizması. Hafızamda epey yer etmiş. Ama yer fıstığı kavanozlarına elim uzanırken aklımda kana kana su içmekten başkası yoktu.

Akif Abi

Yas, son yıllarda kafa yorduğum, ağırlığını hissetiğim duyguların en başında geliyor. Hicret ise y eni yeni alışmaya çalıştığım bir halet-i ruhiye. Akif abi'nin ölüm haberini de gene evden çok uzakta, bir yolculuğun orta yerinde, bir sabah aldım apansızın.  Fakat geri dönmek için artık çok geçti. Gidenlerin ardından şehadet etmek geride kalanlara, yani gitmekten aciz olanlara düşer hep. Omuzları çürüten, nefesi daraltan, zihni tarumar eden bir yük. Ashab sefere çıkarken Hz.  Peygamber geride duran birkaç kimseyi kast ederek  kimilerini de geride durması gerektiğini buyurur. Zira gidenleri hatırlamak ve hatırlatmak onların ödevi olacaktır. Kayıt düşmek de seferin bir parçasıdır.   Benim için de Akif abinin vefatı, hem sembolik hem de  fiili anlamda islamcılığın ölümü demek. Zira o benim nazarımda, kelimeni n tam ve tahrif edilmemiş manasıyla bir İslamcı idi ve maalesef de neslinin son temsilcisi, türünün son numunesiydi. Arkasından yazılıp çizilenlerde hakim olan hitam duygusu,

23 Nisan

Resim
Yirmi yıl kadar önceydi galiba, mahallemiz ufaktı ama ufku genişti. Şehirli İslamcı ailelerden müteşekkil bir çevrede, kıt-kanaat evlerde ama zengin bir iklimde yetişiyorduk. Doğumgünü partileri yerine Elifba'dan Kur'an'a geçiş törenleri düzenlenir, birimizden küçüleni öbürümüz giyer, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez, adeta 68'in komünal kreşleri tadında düşe kalka beraber büyürdük. En mühimi, ümit bağlanan bir kuşağa mensuptuk. Altın nesil olmasa da geleceği kuracak, inançlı kadroların neferiydik. Lafı uzatmayalım, bir 23 Nisan günü, Sevgi Teyze bizim akran 7-8 çocuğu toparladı, Gülhane Parkı'nda bir çocuk şenliğine götürüverdi. Maksat çocuklar şenlik görsün, biraz hava, biraz çocukluk. Ortam da bir parça beyazdı, tabii ki yegane başörtülü anneler bizimkilerdi, hafif garipseyen bakışları hatırlar gibiyim. Sahne kurulmuş, palyaçolar, şarkılar, oyuncaklar. Ben de tabii direk sepete göz koydum, oraya çıkacağım, o uçağı alacağım. Palyaço da kendine malzeme arıyor

iki filim: i, daniel blake & fürûşande

Resim
Çağrı merkezleri, saçma sapan formlar, prosedürler, prospektüsler, bitmek bilmeyen online randevular, sinir bozan müşteri hizmetleri. Bir sorumsuzluk rejimi olarak kapitalizmin illet eden, süründüren, ilanihaye öldürebilen yeni yönetişim teknikleri. Yoldaş Ken'in son filmi, hikayeyi buradan yakalamayı beceriyor, ama gerisi 40 yıllık Loach sinemasının sıradan bir halkası niteliğinde ve kesinlikle iyilerinden değil. Hele palmiyelik hiç değil. Filmin metni ve içeriği güncel. Marksizmin güncelliğini tartışmaya lüzum yok. Avrupada sosyal devletin çöküşünün yarattığı derin buhranın bu aciliyeti arttıracağı da aşikar. Toplumsal bir metin olarak film bu manada da başarılı bulunabilir. Fakat bu, nihayetinde film sanatını tarttığımız ölçütlere göre vasat bir rejiyi telafiye yetmiyor. Palmiye başka, Marksizm başka. Onun için hoşuma gitse, film olarak iyi bulmadım. Bisiklet Hırsızları ya da Yılmaz Güney'vari, sınıf çelişkisini sıklıkla trajediye tahvil eden, fukaralıktan kötü yola düşen

Otobüs

Resim
Merlin Solakhan'ın Tekerleme 'sini çıkmış, geleli henüz bir hafta olmasına rağmen içime fenalıklar getiren İstanbul'da bir anda 80'lerin başına ışınlanıvermiştim. İzzet'in metnindeki yerlicilik tartışması, solculuğun terki, dönemin ajans ortamları, Mustafa Irgat ve çok tuhaf, çok uzak bir İstanbul imajı. Çıkışta Belmin ve Haşmet'le Tünel'e doğru yürürken, filmin 2004'te gösterildiği Kinemathek Karlsruhe'nin zenginliğinden, İzzet'in modernite eleştirisinin oksidentalizmin popülist bir versiyonunda hitam bulmasına, Mustafa'yla Zümrüt'ün kayık sahnesinde denizin altına dair tasvirlerinin Orhan Pamuk'un Kara Kitap' taki Boğaz betimlemeleriyle benzerliğine ilginç bir sohbet ettik. Yakın vakitte görüşmek üzere sözleştik, ben Tünel'den Şişhane'ye indim, onlar Asmalımescit'te bizim eski çaycının sokağında gözden kayboldular. Deniz Palas'ın önünde ışıklardan karşıya geçerken duraktan çıkan 87'yi gördüm, kırmızının

Eşyanın Tabiatı, Kıymeti ve Hakikati Üzerine Bir Takım Şeyler

Okula yeni başladığım vakitlerde işlerimi sunduğum Kudüs'de doğup New York'ta büyümüş bir sanatçı,  Cumartesi Anneleri  üzerine yaptığım arşiv  çalışmasında  kullandığım malzeme ile seyircinin kuracağı ilişki üzerine yaklaşımımı "fetiş" olarak tavsif etmişti. Benim eşya ile kurduğum rabıtanın, taşıdığı hafızaya dair üretimimin beslendiği kod ve kaynaklarla, çağdaş sanat ortamlarında şöhreti diyarlar aşmış hocanın lügatinde indirgendiği yerin yüzyıl başındaki tartışmalatrla mahdut oluşu, anthropocene çağında bir utanç vesilesi olsa gerek. Cep telefonumun ekranı kırıldı. Daha doğrusu hem dokunmatik klavye, hem LCD ekran, hem de koruyucu yüzey olan cam paramparça oldu. Şimdi ekranda gördüğüm her imaj çatlaklara ayrılmış vaziyette. Bir deltanın denize karışan alüvyonları gibi belki. Parmağım cam yüzeyde gezinirken küçük cam kıymıkları dağılıyor. İmleci aşağı yukarı hareket ettirir, sayfalar arasında kaydırırken parmağımın bu sanal düzeyde gerçek bir kesikle imlenme ih