23 Nisan



Yirmi yıl kadar önceydi galiba, mahallemiz ufaktı ama ufku genişti. Şehirli İslamcı ailelerden müteşekkil bir çevrede, kıt-kanaat evlerde ama zengin bir iklimde yetişiyorduk. Doğumgünü partileri yerine Elifba'dan Kur'an'a geçiş törenleri düzenlenir, birimizden küçüleni öbürümüz giyer, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez, adeta 68'in komünal kreşleri tadında düşe kalka beraber büyürdük. En mühimi, ümit bağlanan bir kuşağa mensuptuk. Altın nesil olmasa da geleceği kuracak, inançlı kadroların neferiydik.

Lafı uzatmayalım, bir 23 Nisan günü, Sevgi Teyze bizim akran 7-8 çocuğu toparladı, Gülhane Parkı'nda bir çocuk şenliğine götürüverdi. Maksat çocuklar şenlik görsün, biraz hava, biraz çocukluk. Ortam da bir parça beyazdı, tabii ki yegane başörtülü anneler bizimkilerdi, hafif garipseyen bakışları hatırlar gibiyim. Sahne kurulmuş, palyaçolar, şarkılar, oyuncaklar. Ben de tabii direk sepete göz koydum, oraya çıkacağım, o uçağı alacağım. Palyaço da kendine malzeme arıyor, iki üç derken havayı delen şehadet parmağıma daha fazla dayanamayarak beni de alıverdi sahneye. Güya güzel bir çocuk şarkısı söyleyeceğim, sahnedeki bu medeni cesaretimin ganimeti olarak da oyuncakla geri yollanacağım. Tabii mikrofonu bir tek miting meydanında gören, şarkıdan anladığı da Akrâ FM'de dinlediği İslamcı ezgilerden ibaret olan ben "Ne söyleyeceksin bakalım küçük?" diyerek kendince Barış Mançoculuk oynayan palyaçoya "Bir Güneş Doğuyor" diye gürleyiverdim.

Harçlığını çıkarmak için bu işlere girmiş olduğu, uzun saçından, küpesinden, düzgün Türkçesinden belli taze konservatuar öğrencisi az sonra ne duyacağından habersiz "Aa ne kadar da güzel, güzel günlere dair bir şarkı" diye kendince gazlayıverdi. Ben de patlattım Eşref Ziya Terzi'nin meşhur kasetini, "Bir güneş doğuyor, bir güneş Cezayir'de, Bir Güneş doğuyor, bir güneş Filistin'de" neye uğradığını şaşıran palyaço mikrofunu hemen geri kapıverdi. Hayretle seyreden çocukların arkasındaki veliler bir hareketlendiler. "Evet sevgili arkadaşımıza teşekkür ediyoruz" diye durumu toparlamaya çalışırken beni de herhalde avutmak için sepetten Tahtakale işi plastik bir uçağı elime tutuşturuverdi.

İstediğim alamamıştım aslında ama marşı patlatmış, golü atmıştım. Perde yırtılıvermişti. Sahneden indim, bizim çocukların arasına karıştım. Sevgi Teyze muzipçe gülümsüyordu. Taze imam-hatipli ablam gururlanmıştı. O gün oyun alanında epey bir azıttık sanırım. Diğer çocukların hafifça bizden uzaklaştığını, oyuncakları paraladığımız hatırlarım. Adeta Gülhane parkını fethetmiştik. Günün sonunda sırtımızda kuruyan terli tişörtler ve kısık seslerle mahallemize dönerken aklım hala uçaktaydı. Bizimki de öyle bir çocukluk işte...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum