Kayıtlar

Eylül, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

uzun bir sonbaharın ardından: mukaddime

geçen sene bu zamanlardı. bosna'daydım. sonbaharın habercisiydi. hisar'da, talebelik hayatında, süregiden tempomda. hakikaten de öyle oldu. uzun bir fade-out dönemi yaşadım. genel olarak kasvetsiz ve huzurluydu. döndükten sonra da aşağı-yukarı bu haleti ruhiye sürdü. hatta bir kavle nazaran bu durum dönemeyişime dalalet imiş. şimdi mevsimlerden güz, ışa dönmede. artık, muhasebe vakti. bizim icin hissiyatla, teessürle, tefekkürle dolu, ziyadesiyle kırılgan bir fasıl olacagğa benziyor. çok şey yaptık, bir o kadarını da yapamadık. şahitliklerimiz ve şehadet edemediklerimizle, ses yükselttiklerimiz ve ses çıkaramadıklarımızla, ayagğa kalktıklarımızla ve yere kapaklandıklarımızla bir sürü şey, an. lisedeyken, dünyanın, memleketin pek de oöyle ufakken, çocukken anladığımız bildiğimiz türden bir müslümanlıkla, islamla, dincilikle dönmeyeceğini fark ettiydim. bu fark'ın yarası derindir. başka bir yol, yordam macerası, başkalıklar arayışı bizi uzun, ince, garib bir yola soktu.

hatırlayacak birileri; hatırlatacak

deniz'e, alperen'e, dostlara ... -genco gelir gelmez, hatta daha    gelmezden önce aradı,    "abi  'araf'a gidiyor muyuz?"       biraz hemşericilik, biraz sanatseverlik         ve çokça da dinmez bir merak ve iştiyakla...- deniz'le gitmezden evvel konusuyorduk, 'nasil bir ahlak?' diye. benim buna dair büyük cümlelerim olmadı, bir soykütüğüm. ama iyi kötü nerede hata yapıp, nasıl yanlıştan dönülebileceğine dair bir tecrübe var. mesela bi yönetmen kötü bi film yaparsa, kim onu uyarır, kim ona bu olmamış der, çeki düzen verir? o mekanizma, insanı dürtüp kendine getirecek, sapaktan patikaya döndürecek şey nedir? münkerden nehy, marufa emr kılacak. lisedeyken iyi film seyrederdim. ama genelde yalnız giderdim. pek de sosyal bir genç değildim. kemal'le zeyd'den bir de birkaç arka sıralıdan başa okulda pek de tanıdığım yoktu. olanları da ikna ve organize edecek, tutup abidik gubidik festival filmlerine sürükleyecek medeni cesaret

köpeköldüren

Resim
  hisar tarihine, hafızasına dair arkeolojimiz sürerken osman abi bu metinden bahsetti. osman cavcı hisar (pek üstünden değil sanırım) ahalisinden fantastik bir karakter. oyunculuğueni felan da var anladığımız kadarıyla, muhsin bey'de mesela çırak rolündeydi. ziyadesiyle tutunamamış, ziyadesiyle bohem bir arkadaş. roman biraz 80'ler kafasını, post-coup d'etat durumlarını, hisar profillerini, daha yeni yeni zuhur eden 'entel' karakterini felan güzel anlatıyor. tabii boğaziçinin, 'boğaziçili kızlar'ın da gayet otantik tasvirleri var. biraz seçmece yaptım, tadımlık. meraklısı bakabilir, ama inanılmaz beklentiye de girmeyin. "Sahilde ilk Köpek Öldüren içilmeye başlandı: 1983 yazıydı. 'Karl Marks' isminde bir Rus gemisi geçmiş, Boğaziçi Üniversitesi'nden bir grup saygı duruşunda bulunmuş, oysa Hisar'da kimsenin kılı bile kıpırdamamıştı." ... "Birkaç kız birlikte inerle, şık değillerdir, orta kantinin kızlarıdır. Serseriym

annemin çiğdemleri

Resim
birkaç gün oldu çekeli. filmi bile maceralı. polaroid 'artık tamam' deyip instant film üretimini durdurduğunda, bir grup müteşşebbis elemanın fabrikanın hurdasını satın alıp sıfırdan üretime giriştikleri bir film. ismiyle müsemma 'impossible', gel gör ki deneme edisonlarıyla bizi ümitlendirip sonra düşkırıklığına sevk ederek bugünlere ulaştı proje. flaştan mıdır, mutfağa vuranın güneş ışığının incir ağacının yapraklarından yansıyan tatlı yumuşaklığında mı bilinmez, ama bu kare epey zamandır çektiğim en güzel polaroid olduğu. fotograf değil. o başka bişey. polaroidi zaten başka olduğundan seviyoruz. tam da bugün son makaramı taramaya gittiğimde, kartı geri koyarken acaba kitaba değil de film klasörüne mi diye tereddüte düşmüşken, fındıklı sahilinde arasına koyduğum kitabın içinden sıyrılıverdi, uçtu gitti. sessizce, farkına bile varmadım. tam da fotografın sonu derken, hissiyatımı beyana niyetlenirken, beni çok heyecanlandıran, sevindiren bir kareyi fiziken yitir

son fotograf: fotografın sonu

Resim
son fotograf , a photo by orta format on Flickr. bu kare çektiğim son fotograf. son makaramın son karesi. cihad'ın leica'sı ile koda 400 NC negatife çekildi, C-41 banyoda yıkandı, 1200 dpi'da büfok laboratuvarında tarandı. sanırım bundan sonra da başka fotograf çekmeyeceğim. başlık iddialı. ama tarihi sonu da değil. nihayetinde fotograf üretmeyi sonsuza kadar bırakacak olmasam da; ideolojik, estetik ve pratik olarak fotografla olan ilişkimin geldiği nokta bir tür sona işaret ediyor. bir nokta demeli belki de en azından. yaklaşık on senedir fotoğraf çekiyorum, yaptığım pek çok başka şeyde olduğu gibi. 2002'de ablam malezya'ya gittiğinde onun getirdiği kodak point-shot tipi dijital makinayla başlamıştım. lisede bir miktar onunla çalıştım, grafik ağırlıklı bir portfolyom vardı. robert college'in güzel sanatlar festivali'nde sergilemiştik. lisenin sonunda siyah&beyaza sardım, gülnur abladan ve nihandan karanlık oda öğrendim. buket teyzeden makinasını ödünç

orhan pamuk akıllı olsun mu?

Resim
genconun uyarısını dikkate almakla beraber, bunca yıl yanına yanaşmadığım, en azından trendy olmadığı bir zamanı kolladığım için suçumu hafifletebilirim sanırım. açık konuşayım, ben orhan pamuk'u sevdim. son vakanın ardından iyice sevdim. sıcak yazı da geçirdik bir şekilde. rüzgarlar başlarken belki bir özet geçsek fena olmaz düşüncesindeyim. doğu-batı deniz self-oryantalizm de dedi, ki doğrudur da. nihayetinde her yerliciliğin sonunda değeceği, varacağı makus talih. yine de pamuk bizim pozisyonumuzla batılının pozisyonunu, bu kategorilerin herşeye rağmen dirliklerini varlıklarını, aradaki gerilimi, cereyanda kalan bizleri derd ve mesele ediniyor. bu önemli birşey. yıllarca festivalde yönetmenin adı müslüman diye gittiğimiz onca kötü filme "ne diye" gittiğimizle aynı yere karşılık gelen şeyler bunlar. işin iyi tarafı pamuk bu gerilimle nasıl yüzleşeceğimiz, iyi-kötü nasıl başa çıkacağımızı da deneyimsel bir bakışla, hal diliyle anlatıyor. III. cumhuriyet ve ke

bir kapıdan gireceksin

Resim
film seyretmekle, filmi okumak arasında bir fark var. bu fark film medyası ile kurduğumuz ilişki etrafında şekillenen iki ayrı kulvara işaret ediyor. filmeleştirisi ile "film studies" arasındaki fark bu. nedense film çalışmalarıyla aramda hep bir mesafe olmuştur. filmlere benim hissettiğim, gördüğüm, etkilendiğim gibi bakmayan, onları birtakım referanslarla, teorilerle, tarihlerle ve tarihyazımlarıyla konuşturarak, çarpıştırarak okuyan, filmleri adeta metinler gibi işleyen bu insanlarla, benim film edimim arasında nasıl bir fark var? kabaca bu duygu ile fikir arasında yüzeysel bir ayrıma indirgenebilir mi? kitabı okurken bu aklıma gelen sorulardan biriydi.  Bu Kabuslar Neden Cemil ,  Mazi Kabrinin Hortlakları   adlı çalışmalarından aşina olduğumuz umut tümay arslan türkiye'de sinema endüstrisinin ve fikir dünyasının en zayıf dallarından biri olan film çalışmaları damarında üreten az sayıda kalemden biri. türkiyede olmayan film teorisini, biraz sosyal teoriden, bir