orhan pamuk akıllı olsun mu?



genconun uyarısını dikkate almakla beraber, bunca yıl yanına yanaşmadığım, en azından trendy olmadığı bir zamanı kolladığım için suçumu hafifletebilirim sanırım. açık konuşayım, ben orhan pamuk'u sevdim. son vakanın ardından iyice sevdim. sıcak yazı da geçirdik bir şekilde. rüzgarlar başlarken belki bir özet geçsek fena olmaz düşüncesindeyim.

doğu-batı

deniz self-oryantalizm de dedi, ki doğrudur da. nihayetinde her yerliciliğin sonunda değeceği, varacağı makus talih. yine de pamuk bizim pozisyonumuzla batılının pozisyonunu, bu kategorilerin herşeye rağmen dirliklerini varlıklarını, aradaki gerilimi, cereyanda kalan bizleri derd ve mesele ediniyor. bu önemli birşey. yıllarca festivalde yönetmenin adı müslüman diye gittiğimiz onca kötü filme "ne diye" gittiğimizle aynı yere karşılık gelen şeyler bunlar. işin iyi tarafı pamuk bu gerilimle nasıl yüzleşeceğimiz, iyi-kötü nasıl başa çıkacağımızı da deneyimsel bir bakışla, hal diliyle anlatıyor.

III. cumhuriyet ve kemalizm eleştirisi

geç 70'lerde genç olan bir erken 80'ler edebiyatçısı olarak pamuk, kolejli olmanın sosyal muhitinin, dil bilmenin getirisiyle post-yapısalcı fikriyatla ve edebiyat eleştirisiyle arası iyi bir yazar. bu da ister istemez antipozitivizmi yüksek bir modernite eleştirisini beraberinde getiriyor. bizim gibi yobaz bünyelerde bunun yarattığı entelektüel ve politik haz yüksek tabii. pamuk, cumhuriyetin sefaletini zaman ve mekan düzleminde, insanın ve eşyanın hikayesini merkeze alan bir üslupla irdeliyor. hemen tüm metinlerinde (cumhuriyet öncesini konu alanlar da dahil) demirbaş olarak gördüğümüz bu yaklaşım, cumhuriyetin, kemalizmin bünyede yarattığı tüm şiddeti, şiddetin teessürünü (affect yani) iyi bir şekilde tartışıyor.

nişantaşı ve burjuvazi

pamuk'un en önemli malzemesi, kendisi, ailesi, muhiti, yani mahallesi. nişantaşında doğup büyüyen reis bize de haliyle kendi hikayesini anlatıyor. mahallenin ahalisi, topografisi, eşyası ve tabiatı her zaman anasırdan onun için. kimi zaman alattin bakkal gibi öykünün başkarakterine dönüşecek denli merkezde. yahut son romanındaki gibi tüm bir materyalite evrenine kaynaklık edecek denli hafızada. cumhuriyet'in aydınlama ve kalkınma fantazileri için habire inşaya uğraştığı, fakat muvaffak olamadığı milli burjuvazinin prototipleri yahut karikatürleriyle bezeli bu dünyayra dair sunduğu ayrıntılar, pamuk'u bugünün "millet" ve "devlet" tartışmasında önemli bir eksen teşkil eden "hep onlar yedi" söylemine dair stratejik bir pozisyona tabi kılıyor. türkiye burjuvazisinin karakteristiğinin iyi bir dökümünü çıkarırken, harcamayı da ihmal etmiyor pamuk. tüm modernlik iddiasına karşın hala iffetinin ve bekaretinin kaygısında olan sibel'in hikayesi gibi yani.

tecrübe-i der insan 
pamuk'u bize sıcak kılan da biraz bu sanırsam. çoğu zaman "ne kadar gerçek" dedirten, kendi biyografisiyle ziyadesiyle paralel, kimi zaman otobiyografinin sınırlarını zorlayan, "gerçek-miş gibi"nin şahikasını yazan pamuk son romanda, müzeyle beraber artık bu kulvarda tanrılığa oynuyor. masumiyet müzesi'nin epilogunda adeta manifestal bir şekilde büyük anlatı vs. küçük anlatı şeklinde kategorize ettiği, küçük insan iyidir, büyük kahramanlar kötüdür şeklinde sürdürdüğü yaklaşımıyla pamuk biraz hümanizan bir "minör" damarından besleniyor. bunun açığa çıkardığı tekil enerjiler ise, zengin bir edebiyat habitusu vaad etmede okuruna.

orhan pamuk'u neden seviyorum?
sevebilir miyim diye de sorulabilir. nihayetinde batıcı, liberal, (post)modern bir yazarla kuracağım ilişkinin islamcı bir gencin muhayyilesindeki durumu tartışmalı. uzunca zamandır bu mesafeyle zaten pamuk'a ve edebiyatına uzak durdum. gel gör ki, kara kitap ve masumiyet müzesinin ardından, bilhassa sonuncusunun bünyede yarattığı şiddet ve teessürden sonra bu adamda  beni çeken şey nedir sorusu vacib oldu. bunun da cevabı kısaca sıralarsak pamuk'un buraya ve buranın meselelerine dair tavrı ve insan durumlarını anlatmaya, hikayesini hafızasını sermeye dair iradesi denebilir. pamuk'un buraya dair meselesi kemalizm'den milli burjuvaziye, modern olma çabalarının gülünçlüğü ve travmasından bir türlü tutunamayan cumhuriyet karakterlerine pek çok farklı cephede kendini gösteren bir III. cumhuriyetçilik durumu (TKP'den dilimize yapışmış af buyurun) bize önemli bir eleştiri imkanı sunuyor. bir de üstüne, buraların deneyimlerine dair zengin malzemesi, kendi hikayenin izini sürdüğün arkeolojik bir zemin sağlıyor. taraf tecrübesinin AKP entelijansiyasında, ex-islamcı kanaat fabrikatörlerinde yarattığı etkiye bakarak islamcı-liberal flörtünün pek hayırlı sonuçları olduğu söylenemez. fakat salt bu açmaz, pamuk'un olağanüstü işçiliği ve zenginliğinin sunduğu düşünsel, estetik ve eleştirel imkanları elimizin tersiyle itebileceğimizi bir kes(k)inlik de yaratmıyor. sanırım orhan pamuk'u bunun için, bu sayede seviyoruz, denebilir.

Yorumlar

Unknown dedi ki…
Orhan Pamuk akıllı olsun mu olmasın mı bilmem ama, bence yazmaya devam etsin...
Şimdi doğu-batı kıyaslamasından başlarsak.. Bazı noktalarda çok iyi olduğunu düşünürken bazı noktalarda da aksine güdük kaldığını düşünüyorum.. Mesela "Kar" romanındaki İslamcı tahlili bana çok komik gelmişti.. Almanya'dan Kars'a gelen radikal bir İslamcının -öyle böyle değil, bildiğin fena radikal- sevgilisi ile olan ilişkisini öyle garip bir romantizme çevirmişti ki, ben hala öyle bi radikal İslamcı tanıyamadım hayatımda, o nasıl tahayyül etmiş hayret.. Ee malum, yazarların hayal dünyası geniştir.. Kar'daki İslamcı(lık) mevzusunu işleme biçimi felaketti, meseleyi aşk üçgenine hapsedip fikriyattan zerre bahsetmeden İslamcılığı anlatmaya çalışırsan olacağı budur.
Masumiyet müzesini okumadım hala ama, bence "Benim Adım Kırmızı" Orhan Pamuk'un doğu-batı kıyaslamasının zirve yaptığı nokta.16. yüzyılın İstanbulunda geçen bu roman, polisiye tadında bir medeniyetler karşılaştırması sunuyor insana.. Kitap aynı zamanda Bakara Suresinin "Doğu'da Batı'da Allah'ındır" ayetiyle başlıyor, ilk sayfada görünce anlam veremediğim bu durumu, romanı okudukça daha iyi kavradım...Beyaz Kale hakeza öyle... Bi de "Cevdet Bey ve Oğulları" var ama bence o da yetersiz, ilk romanı galiba zaten.. Roman boyunca kendini ispatlamaya çalışan bir yazarla karşı karşıyaymışım gibi hissettim zaten.. Ki bu ilk romanında Orhan Pamuk'un Batı'ya iyice hakim olduğunu ama Doğu ile ilgili sadece üstünkörü bir birikime sahip olduğunu görmek kolay. Fakat dediğim gibi, Benim adım Kırmızı ve Beyaz Kale de eleman zirve yapmış...

Ve tabi ki de Kara Kitap... Bence herkesin okuması gereken bir kitap.. Kitaba köşe yazısı kıvamında serpiştirdiği hikayeler falan müthiş. Ben İstanbul Boğazının sularının çekildiği, geriye sadece çorak toprağın kaldığı konu üzerine inşa ettiği hikayeye bayılmıştım.. Eleman köşe yazarlığı teklifi bile almış bu kitaptan sonra, neyse. Senin de değindiğin noktaların yanı sıra (Kemalizm, Burjuva, ve Nişantaşı eleştirisi, Doğu-Batı kıyası vs.) bu adamı asıl sevmemin sebebi, adam insana İstanbul'u sevdiriyor be! Hakikaten Pamuk'un romanlarında İstanbul öyle bir tasvir edilir ki, "tamam işte ben bu şehirde yaşamalı ve ölmeliyim" der insan... O yüzden Orhan Pamuk yazmaya devam etsin, özellikle de İstanbul üzerine...
hanzalan dedi ki…
tikkar edersen hiç anmadım, bence de "Kar" kolpadır, keza "Benim Adım Kırmızı" ve "Beyaz Kale" de. bana eklektik geliyo ve edebi bi lezzat almıyorum açıkçası. fakat "Cevdet Bey ve Oğulları" hele hele "Kara Kitap" ve "Masumiyet Müzesi" ayrıdır
Unknown dedi ki…
Vallahi, Cevdet Bey ve Oğullarını seven birisi Benim adım Kırmızı'yı nasıl sevmez, ben anlamadım.. Senin tarihi olan şeylere alerjin mi var kardeşim, nedir... Neyse, zevkler ve renkler diyorum ve geçiyorum..
Ama Masumiyetide bi okuyayım bari kısa zamanda..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

felahçilar*

Aralık