Kayıtlar

Nisan, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

muhafazakar sanat

aslinda bu gecikmis bir yazi. zira !f uzerine, ihsan kabil-ugur vardan--murat guven-fatih ozguven-yusuf kaplan-nihal bengisu arasinda donen tartismanin ardindan bu meseleye dair biseyler karalamayi dusunuyordum. firat altyazi'ya epeyi derli toplu bir basyazi yazinca nisan'da iyice gaza geldim. ama bir turlu olmadi. sonra cumhurbaskanligi genel sekreteri mustafa isen bir beyanat verdi 'muhafazakar sanat ve estetik normlari olusturmali deyu'. dedim bu is kivama geldi geciyor. yine tembelligime geldi biraz. simdi bu sehir tiyatrolari patlayinca, e haliyle is basa dustu artik. 1 mayis da geliyor, parti bildirisini yazalim madem. simdi aklima ilk gelen sey, her topuk pasina kosmamak, gaza gelmemek. zira cok gaza geliyoruz. solcular, her buyruga tahakkum, her iliskiye iktidar, her yesile irtica diye atlayarak cok gaza geliyor. bizim gavatlar her biyikliya, Allah diyene, bilhassa Tayyip Reis'e cok gaza geliyorlar. gerek yok, nazal n ile. yani mesele boyle super bir dogu

festival gunlugu-III: simdiki zaman

Resim
birkaç filmi de arada heder ettik. uyanamadık, yanlış saat, teknik arıza derken festivali üç filmle kapadık. iyi de oldu, temiz de oldu. hem güzel bile oldu valla. tadi damagimda netekim. belmin söylemez'le haşmet topaloğlu'nu saraybosna'da ' bu ne guzel demokrasi 'yle gezerken tanıdıydım. tatli, mütevazi, naif insanlar. uzun metraja giriştiklerini duyduydum, görmek de nasip oldu. film 15 sene sonra bir ' herkes kendi evinde ' hikayesi gibi. gayet otobiyografik, belli bir kuşağın hal-i pür melalini, dertlerini, daralmasını, kırılganlıklarını anlatan bir hikaye. 'yeni Türkiye' hikayesi biraz. bir şehir hikayesi, gitme/ kalma hikayesi. içe dokunan, değen bir hikaye. hikaye yani, bizim hikayemiz. senem öge basrolde epey iyi, o haleti ruhiyenin altından kalkıyor. ozan bilen cok kırık, ruhsuz. niye boyle olmuş anlamadım. şenay aydın biraz yüzeyde. cok da uçan kaçan şeyler beklemiyorum zaten açıkçası. yan rollerdeki casting de başa

festival güncesi II: hors satan, ana dilim nerede?

bruno dumont beklediğimiz tatta dönüş yaptı. epey metafizik, yer yer kurbanı andıran, azizvari bi film. ama çakma isa filmi de değil. kast çok feci. tedirgin edici yani. hikayedeki kırıklık, biraz taşra havaları felan da epey geriyor. dumont'un anti-pozitivist damarı da sonunda tokat gibi maşallah. veli kahraman güzel bir film yapmış, sade, mütevazi dürüst. politik numaralara yatmamış, büyük laflar etmemiş. çok temiz iş yapmış. yaşlı karı kocanın hikayesi, hafızanın yitimi, şahitlik etme çabaları felan epeyi etkileyici. bunları da çok mütevazı bir dille yapması kayda değer. ben filmi beğendim. uzun da değil. kompakt ve meramını anlatıyor.

bayrak

berkun oya'yı güzel şeyler bizim tarafta ile tanıdık, ezel ile daha bi sevdik. bayrak oyununu da görmek nasib oldu nihayet. bunda da benzer teknikler var. yine kulaklık, cam, benzer ses tasarımı. ekstradan uzun bir video prolog ve epilog da var. senaryo yine sürprizli, kurgusu güçlü. diyaloglarda aynı fragmantallik, fısıltılar, üstüste geçişler, boş sorular. etkileyici yani. özellikle ilişki dünyasına hakimiyeti tedirgin ediyor. performanslar yerinde, savcı esrayı da bi yakından görmüş olduk. ama tabii öykü karayelin o içli bakışları gibi değil. güzel şeyler bizim taraftayı tekrar izleyesim geldi yani. krek kumpanyasına gereken ehemmiyeti gösterinizi efenim diyorum

kardeslik uzerine

islamci piyasada son yillarda gittikce populerlesen bir "kardeslik" soylemi mevcut. siyasalin alanina ikame edilmeye calisilan, politik degil kulturel ve sosyal bir iliski ekonomisini cagiran, sistematik bir hukuksuzlugu yeniden ureten bir soylem bu "kardeslik". "muhabbet" ile siklikla beraber kullaniliyor. habil'in islamciligin "siyasal" olandan "kulturel"e dogru yaptigi yolculuga dair cozumlemesinden hareketle ben de biraz bu "kardeslik" meselesinin, siyasal hat ve hududlar etrafinda yurutulen islamci siyasetin, mesnetsiz, muhayyel bir pratige donusumune bakmaya calisacagim. idrak ve fehm edebildigim kadariyla seriat bize insanlar arasi, daha dogrusu muslumanlar arasi munasebetlerde belirligi bir hukuku, formu emrediyor. bu hukukun tanimladigi belirli iliski bicimleri var. bir musluman bir muslumanla ummet olabilir, akraba olabilir, es olabilir, komsu olabilir, tebaa olabilir, imam olabilir, kole olabilir vs. butun bu il

festival güncesi-I: 11 Yaşındaydım

Resim
ilk filmi yolculuk vesilesiyle patlattık, açılışı Wang Xiaoshuai abimizin '11 Yaşındaydım' filmiyle yaptık. 'pekin bisikleti'ni 'lou ye'yi MAFM raflarından patlattıydık. yeni dalgasına aşinayızdır. wang abi de biraz frankfurtçu, biraz postyapısalcı, o da kayıp düşleri, yitik zamanın trajedisine yanık. amma velakin son filmi iyiymiş. bir babam ve oğlum değil yani, harbici film. biraz bizim 'bal'ı da andırmıyor değil, okul, arkadaşlar -bi şişko, biz ezik, bi dörtgöz biraz amerikan klişesi ama olsun, tombalak can mesela- ilk aşk, büyüklerin dünyası, arzulanan ve yitirilen bir nesne. arka planda da olaylar, olaylar. kültür devriminin boka sarışı, partinin yozlaşması, yitip gidenler, kaybolanlar, pus felan ara ara fazla fukocu ama fena da değil. bazen tabi adamlar iyi de yapmış diyesim de geliyor. kaç milyar abi, neyle besliycen? ama işte insaniyet felan zor bir yandan. filmin ritmi, mesafesi tadında. çok göz boyamıyor, uçup kaçmıyor. joueh'nin abisinin

tutuklu öğrencilerle dayanışmanın çağrıştırdıkları...

eve gelirken, gençsen'in tutuklu öğrencilerle dayanışma konserinin pankartını gördüm tarlabaş bulvarında. cezaevi kapıları, DGM'ler, salon toplantıları, dayanışma 'gece'leri... epeyi 90'lar kokuyor değil mi? değil, zira hepsi de 'şimdi'ye dair fragmanlar. ama nedendir bilinmez, hafıza bize hep bu anları geçmişe izafe etmeye meyyal. nurdan gürbilek 'vitrinde yaşamak'ta şimdi ile 90'lar arasında yaşadığımız bu şüpheyi, 80'ler üzerinden şöyle tasvir ediyor: "...İki farklı iktidar projesinin, iki farklı söz siyasetinin, nihayet iki farklı kültür stratejisinin sahnesi olmuştu 80'ler. Bir yandan bir baskı ve yasaklar dönemiydi, diğer yandan yasaklamaktansa dönüştürmeyi, yok etmektense içermeyi, bastırmaktansa kışkırtmayı hedefleyen daha modern, daha kurucu, daha kuşatıcı denilebilecek bir kültürel stratejinin kendini varetmeye çalıştığı yıllar. Bir yandan bir red, inkar ve bastırma dönemiydi, diğer yandan insanların arzu ve iştahının hiç o