festival gunlugu-III: simdiki zaman



birkaç filmi de arada heder ettik. uyanamadık, yanlış saat, teknik arıza derken festivali üç filmle kapadık. iyi de oldu, temiz de oldu. hem güzel bile oldu valla. tadi damagimda netekim.

belmin söylemez'le haşmet topaloğlu'nu saraybosna'da 'bu ne guzel demokrasi'yle gezerken tanıdıydım. tatli, mütevazi, naif insanlar. uzun metraja giriştiklerini duyduydum, görmek de nasip oldu.

film 15 sene sonra bir 'herkes kendi evinde' hikayesi gibi. gayet otobiyografik, belli bir kuşağın hal-i pür melalini, dertlerini, daralmasını, kırılganlıklarını anlatan bir hikaye. 'yeni Türkiye' hikayesi biraz. bir şehir hikayesi, gitme/ kalma hikayesi. içe dokunan, değen bir hikaye. hikaye yani, bizim hikayemiz.






senem öge basrolde epey iyi, o haleti ruhiyenin altından kalkıyor. ozan bilen cok kırık, ruhsuz. niye boyle olmuş anlamadım. şenay aydın biraz yüzeyde. cok da uçan kaçan şeyler beklemiyorum zaten açıkçası. yan rollerdeki casting de başarili, ezgi iyi is çıkarmış. mustafa çiçek'i de internet kafenin bitirim işletmecisi rolünde görmek sevindirdi bizi.

dijital çekmişler, keşke 5D felan kullansalarmış. bu biraz tekdüze kalmış, ama filmin ruhuna da değiyor. kadrajlar çok belgesel. müzik biraz bayıyor ama çok da kulak tırmalamıyor. biraz sonuna makas gerekebilir. kurgu kıtabından çıkmış gibi, ama ben kahve falından gündeliklere geçişleri sevdim. finaldeki fincanları ise sevmedim. pek gerek yokmuş, bana fazla deneysel/ tripsel geldi. sonu biraz havada gibi genel olarak.

'şimdiki zaman' çok dürüst, samimi, mütevazi bir film. bu da seyircisine geciyor. filmin temelindeki yersiz-yurtsuzluk, çıkışsızlık, tutunamama, yitik geçmiş, kaybolan hayaller, yitirilmis inançlar, 'reklamcı olan' bir 'arkadaş, pek muhtemel 90'lar insanın içine işliyor. onun icin aslında bir hafizanın yıkımı filmi 'şimdiki zaman'. eski fotografların yanısıra kentsel dönöşümün son kurbanlarından biri olacak eski bir apartman dairesinin hikayesi dahi bu yitikliği anlatmaya yetiyor.





fallar, faldan çıkan anlatılar, fala yansıyanlar filmin anlaı ve hakikat üstüne esaslı faslını oluşturuyor. herkes görmek istediğiyle, görmeyi istemedigi arasında birşeyler görurken kahve telvesinden, anlatıcı da kendi muhayyilesini yansıtıyor fincanin dibine. birbirine geçen, birbirinden geçen hayatlar böylelikle çemberin etrafına diziliveriyor. filmin bu kısımlarını epey etkileyici bulduğumu söylemem gerek.

'şimdiki zaman' şimdi'ye ve mazi'ye dair bir ağıt gibi. melankolisi içimizi saran, hikayesi hikayemiz olan. onun için belki de bu kadar içimize degdi, sanki çok eskiden rastlaşmiş gibi hissettik. ellerine sağlık...





5 ay sonra ikinci seyredişimde filmin teknik meseleleri daha az gözüme battı. bilhassa belgeselden aldığı güç, kahvenin telvesiyle şehrin tortularının çöküntüsünün üst üste temsili, kentse dönüşüm meselesi daha belirgin geldi bu sefer. bir yandan mina'nın geçmişinde 90'lar hatıralarının yanı sıra biraz da beyaz yakalı huzursuzluğunun, işsiz profesyonel/üniversite mezunu dramının sıkıntıları da aşina geldi (Gezi affect) bir de şu eylül hissiyatıyla beraber Tayfun'un babasına rıza gösterek boyun eğdiği hayat ve bundan memnuniyetsizliği ile Mina'nın kendi tercihleriyle, kaybedecek bir şeyin olmadan başını alıp gitmeye niyeti, ait olmadığı bir hayatı terk etme cesareti, şu "geçiş" döneminde manidar geldi. bir o kadar da iç burkucu tabii.

ozan bilen'in kırık performansı bir noktada karakterinin halet-i ruhiyesiyle uyuşuyor sanki. keza şenay aydın'ın uçarılığı da Mina'nın o sakin yüzünün altındaki alter egosu gibi, bir yandan da Fazilet'in kararsız ve iradesiz tavrını örten bir zırh belki de. bir de filimdeki bütün kadınların yalnızlıkları, mutsuzlukları ve umutsuzlukları fal hikayelerinde inanılmaz bir şekilde açığa çıkıyor. filmin diyalog metinleri bu anlamda muhteşem bir malzeme veriyor bize.

hayal, hakikat, masal, soyutlama dili, anlatı, sözlü tarih hepsi içiçe geçiyor fal sahnelerinde. aynı zamanda filmin içinde de tüm kadın karakterlere, sonra filme, sonra faldaki telveye ses oluyor bu metin. bu geçişgenlik, metinlerarasılık da ince bir işçiliğin örneği, beni bu sefer daha da imrendirdi açıkçası.






şimdiki zaman, hepimizin hikayesi ve tekrar tekrar izlenilesi, düşünülesi, hislenilesi bir filim.

Yorumlar

Alperen dedi ki…
Başkan burada bazı gerçekleri de faş etmemiz gerek. Ya İKSV'nin tırşıkçılığından dolayı bir film dahi izleyememiş,mazlumun hakkını kim savunacak. Ellerinde Radikal gazeteleriyle gezen, festival ortamlarını leş geyiklerle domine eden lümpen ve aslında biraz da kemalist adamların arasında sonunda gerinerek bir İslamcı film izleyecez derken, İsrail kuklası kemalist iksv'ye hesabı kim soracak. Hadi diyelim hadi diyelim kemalist değiller ama bu beceriksiz ve nursuz olmadıkları anlamına gelmez.
Tutsak filmini izleyemeyip küfretmek isteyen herkesin dile gelmiş hali olarak...
hanzalan dedi ki…
brillante mendoza üstadın, filipinli mücahidlerin bir operasyonunu anlatan, kasıtlı bir şekilde tutsak diye çevrilen "rehine" adlı filmi, hiç kuşkusuz bir kemalist-siyonist komployla bizden alıkondu. eczacıbaşından başka türlüsünü beklemezdik. festival kitlesi zaten yuhalamaya razı. ama ahdımız olsun mendoza abiyle özel bir gösterime girişiriz inşallah.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum