Yaralı Bilincin Çilesi
Sardunya vesilesiyle ziyaret etmiştim. Kitaplarından gıyaben tanısam, da o zamana kadar tanışmak nasib olmamıştı. Murat Pay ile sıcak bir Ağustos günü, Gayrettepe'de çokkatlı bir apartmanın en üst katındaki dairesine, onun tabiriyle "kulenin tepesi"ne gitmiştik. Kafamdaki korsan CD hikayesini anlatmış, yarım yamalak canlanan aşk hikayesini nasıl çözebileceğimi filan sormuştum. Filmin plotunun sembolik izleğine dönüşen çiçek motifini öneren Ayşe hanımdır. Esasında siyah bir lale olacaktı. Fakat yazın yetişmediği öğrenince sanat yönetmenim Ayşe Gülsüm Özel sardunyayı önerdi. Filmin adı da böylece belli oldu. Hülasa Sardunya'nın vücudunda, festival başarısında, nihayet benim için filimciliğin bir meşgale olmaktan çıkıp memuriyete dönüşmesinde Ayşe Şasa'nın katkısı, kıymeti, emeği büyüktür.
Ayşe Şasa ile sadece senaryo çalışmadık. Onun filim bilgisi, eleştiris, bu coğrafyanın estetik meselelerine bakışı bizim sinema anlayışımızın gelişmesinde ciddi katkıda bulundu. BSV çatısı altında İhsan Kabil'in tohumlarını attığı, Murat Pay'ın olağanüstü gayret ve çabasıyla diri tutmaya gayret ettiği Hayal Perdesi ekibinin bir tür manevi annesiydi Ayşe hanım. Ruh hali elverdikçe evi adeta bir sinemacılar, sanatçılar dergahına dönüşen, Akif Emre'nin tabiriyle "telefon onun elinde adeta bir metatelekse dönüşüyor"du.
Ayşe Şasa'yı yapan ve kılan en önemli hadise, yaşadığı manevi dönüşüm olsa gerek. 68'de Kemal Tahir'le başlayan tanışıklığı, onu Türk modernleşmesini ve aydınlanmayı sorgulamaya, kendi köklerini aramaya yöneltti. Bu manevi yolculuğun nihayeti de İslam'la ve tasavvufla tanışmak oldu. Şasa'nın bilhassa Füsus ile mesaisi onun düşünsel ve manevi hayatında yeni alemlere kapı açılmasına vesile oldu.
En son Hanlardan Plazalara'nın yapımcısı Mehmet Erken ile beraber bayram ziyaretine gitmiştik. Henüz sıcaklığını koruyan Gezi üzerine konuşmuş, yeni gençlik üzerine hasbihal etmiştik Şasa'yla. Benzer değişim süreçleri yaşayan pek çok figürde olduğu gibi Şasa da içinde büyüyüp yetiştiği zümreye sert eleştiriler yönelten, bu minvalde Türk modernleşmesini de şimdinin toplumsal hayatını tartışmakta fazlasıyla merkeze koyan bir perspektife sahipti. Bunun güncel karşılığı da "millet" ve "elitler" dikotomisi üzerinden oldukça polarize bir toplumsal tahayyül. Gezi'yi ve bileşenlerini de eleştirirken benzer bir noktada münakaşa ettiğimiz aklımdadır. Ayşe Hanım'ın Gezici gençlerin, 90' kuşağının karşısına koyduğu "bizim gençlerimiz" hakkındaki eleştirilerimi saygı ve hayretle dinlemiş, onun iyimser tespitlerine muhalefetimi "buna bakacağım" diyerek ciddiye alma nezaketini göstermişti.
Ayşe Şasa, bu topraklarda modernitenin yaraladığı onlarcamızdan biriydi, bir "yaralı bilinç" idi. Gelenek ve modernite arasında sıkışan, "aydın" olmakla kökler ve aidiyetler arasında bir tercihe zorlanan, bütüncüllüğe karşıt devasa bir farkın açtığı bir yarığa icbar edilen bir toplumun ferdiydi. Az çok hepimizin ızdırabını çektiği sorunların kahrını yüklendi, cevabına talib oldu. Hayatı boyunca dermanını, çatlağını, menbaını aradı, durdu. Düştüğü buhrandan, savrulduğu çıkmazlardan, karşısına aldığı sınıfından nihayet kurtuldu, vuslate erdi. Mağfiret ve rahmet diliyoruz.
Ayşe Şasa ile sadece senaryo çalışmadık. Onun filim bilgisi, eleştiris, bu coğrafyanın estetik meselelerine bakışı bizim sinema anlayışımızın gelişmesinde ciddi katkıda bulundu. BSV çatısı altında İhsan Kabil'in tohumlarını attığı, Murat Pay'ın olağanüstü gayret ve çabasıyla diri tutmaya gayret ettiği Hayal Perdesi ekibinin bir tür manevi annesiydi Ayşe hanım. Ruh hali elverdikçe evi adeta bir sinemacılar, sanatçılar dergahına dönüşen, Akif Emre'nin tabiriyle "telefon onun elinde adeta bir metatelekse dönüşüyor"du.
Ayşe Şasa'yı yapan ve kılan en önemli hadise, yaşadığı manevi dönüşüm olsa gerek. 68'de Kemal Tahir'le başlayan tanışıklığı, onu Türk modernleşmesini ve aydınlanmayı sorgulamaya, kendi köklerini aramaya yöneltti. Bu manevi yolculuğun nihayeti de İslam'la ve tasavvufla tanışmak oldu. Şasa'nın bilhassa Füsus ile mesaisi onun düşünsel ve manevi hayatında yeni alemlere kapı açılmasına vesile oldu.
En son Hanlardan Plazalara'nın yapımcısı Mehmet Erken ile beraber bayram ziyaretine gitmiştik. Henüz sıcaklığını koruyan Gezi üzerine konuşmuş, yeni gençlik üzerine hasbihal etmiştik Şasa'yla. Benzer değişim süreçleri yaşayan pek çok figürde olduğu gibi Şasa da içinde büyüyüp yetiştiği zümreye sert eleştiriler yönelten, bu minvalde Türk modernleşmesini de şimdinin toplumsal hayatını tartışmakta fazlasıyla merkeze koyan bir perspektife sahipti. Bunun güncel karşılığı da "millet" ve "elitler" dikotomisi üzerinden oldukça polarize bir toplumsal tahayyül. Gezi'yi ve bileşenlerini de eleştirirken benzer bir noktada münakaşa ettiğimiz aklımdadır. Ayşe Hanım'ın Gezici gençlerin, 90' kuşağının karşısına koyduğu "bizim gençlerimiz" hakkındaki eleştirilerimi saygı ve hayretle dinlemiş, onun iyimser tespitlerine muhalefetimi "buna bakacağım" diyerek ciddiye alma nezaketini göstermişti.
Ayşe Şasa, bu topraklarda modernitenin yaraladığı onlarcamızdan biriydi, bir "yaralı bilinç" idi. Gelenek ve modernite arasında sıkışan, "aydın" olmakla kökler ve aidiyetler arasında bir tercihe zorlanan, bütüncüllüğe karşıt devasa bir farkın açtığı bir yarığa icbar edilen bir toplumun ferdiydi. Az çok hepimizin ızdırabını çektiği sorunların kahrını yüklendi, cevabına talib oldu. Hayatı boyunca dermanını, çatlağını, menbaını aradı, durdu. Düştüğü buhrandan, savrulduğu çıkmazlardan, karşısına aldığı sınıfından nihayet kurtuldu, vuslate erdi. Mağfiret ve rahmet diliyoruz.
Yorumlar