gül satan adam


bizim halimiz bu bir zamandan bu yana. sezai reis mona roza'yı yazarken, "bize bu kesik dansı öğretmeyen" yeşil sarıklı ulu hocalara atarken, mehmet abi mızraksız ilmihal'inde "saçların ne renk nurhan?" diye sorarken, hatta mahmut abi uzak ihtimal'de genç imamhatiplinni rahibeyle dramını anlatırken hepsi aynı yerde, aynı çizgide buluşuyor. o da bu absürd modernlik tecrübesinde, cinslerarası ilişkilerde bize doğru dürüst bir kılavuz, bir rehberlik oluşturamayan fıkhımız, kısıtlı islami birikimimiz. müslüman kadınlar ve erkekler için böyle total bir yan basma hali var yani.

70'lerin islami uyanışı, islami kimlikle daha eleştirel ve kökten ilişkilenen bir kuşağı yarattıysa da bu tartışmalar 80'lerda minder ve perde fantezilerinin ötesinde bir cinsiyet fıkhını ne idrak ne de inşa edebildi, ki onun 90'lara izdüşümünü ulvi alacakaptan muhteşem sarışın sekreter hikayeleriyle çok iyi hicvediyor. ya da bugünlerde başakşehir'in kimi etaplarının nasıl bir müslüman metresler cenneti olduğundan. öyle ya biz mevzunun tam da zırt dediği çokeşliliği bile
ne hukukunu ne tartışmasını oturtabildiğimizden absürd bir metreslik kurumuna, bir istismar aracına dönüştüren bir kutleyiz ha.

modernliğin dışarıda tuttuğu islami toplumlar için toplumsal cinsiyet meselesi hep bir mevzu oldu. oryantalizm sağolsun kadın bedeni ve dahi onun örtüsü de bunun en fantastik nesnesi.
bizim başörtüsü bunun için hayati bir mevzu, bir mesele ve müzakere alanıydı. ne var ki onu bile ne tartışabildik ne de savunabildik. kaybeden yine kadınlar oldu.

işte bu tikimtonik cinsiyet fıkıhsızlığı tecrübesinin bizi getirdiği yer bi yanda "eşcinselleri savunan müslüman dantellektüel" öte yanda "başı kapalı kıçı açık" kızlar diye kemalist teraneler, meclise girmelerine tahammül edilemeyen başörtülü kadınlar gibi birbirinden bombastik fragmanlar üretmeye devam ediyor. biz mevzuyu konuşmadıkça, iş daha da çetrefilleşiyor.

benim memleketin piç kolejlerinden birinde takılan bir sakallı olarak bu mevzuya dair en acıtıcı tecrübem, bu ilişkisizliğin yarattıği birbirinden dramatik kareler oldu. daimi bir ayırım ve temassızlık hali ve bilhassa erkek bireyler için sabir bir kaçınma ekonomisinin yarattığı absürd bir kapalılık durumu. buna mukabil kadınlar için de süperuzay bir dünya sözkonusu. karşılıklı fantaziler üzerine inşa edilmiş bu dünyada, ilişki adeta imkansız bir kurgu. insanların hayat kuracakları arkadaşları için excell tabloları hazırladığı bir rasyonaliteyi üretecek kadar fantastik.

işte yukarıdaki fotoğraf bu mesafenin, bu temassızlığın bir resmi benim için. ne gül satan delikanlı, ne de kızlar. onlar bambaşka uzaylardalar. yazık ki benim için de durum bu tam da...

Yorumlar

bir dedi ki…
her kafa yoruşumuzda aynı noktada tıkandığımız bir mesele. samimiyetle eyvallah.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum