dinlemek gerek!



şimdi tiyatroyla alakam, lisedeyken okulcana gidilen bir adet moliere piyesinden ibaret. cimri miydi neydi hatırlamıyom. o zamandan bu yana hiç gitmemişim, kapısından girmemişim. böyle bir ısınamama hali felan. e memlekette de iyi tiyatro heralde pek yok. sonra bu krek dediler şudur, budur. ben de istiyorum bizim tülin'in bir oyununu göreyim. sonra bu "güzel şeyler bizim tarafta"yı da duymuşum, kapalı gişe, şudur budur. hülasa kalktık gittik santralistanbul'a.

tabi yediğimiz, içtiğimiz, high-culture, hipster, üst-orta sınıf bilimum leşlikler, yanayatıklıklar, kocaman gözlükler felan. lahavla çektik, cıgaramızı sardık içtik. salon ufakça bi depodan bozma. ufak bir kademelendirmeyle sandalyeleri dizmişler ama kutu gibi yani. aydınlatma ve ışık izolasyonu temiz. birer kulaklık verdiler bize, müzelerdeki sesli rehberden aslında. ama sistem çok temiz, kristal bir sesti. derken perde kalktı, sahne göründü. ama tabii aslında bir tür ekran. abiler oraya bi cam çekmişler. oyuncularda yaka var, tavanda da muhtemelen shotgunlar. bütün ortam seslerine, nefesine kadar vakıf oluyorsun. tabii o tiyatronun teatralliği felan kalmıyo, böyle arka sıralara doğru "Jülyeeeettt!" diye haykırmalar falan. dekorun beyazlığı, tavana gizlenmiş kinofloların parlak ışığı da sahneyi bayağı böyle bir ekrana çeviriyo. o hissiyat inanılmaz, tiyatronun bütün yapısal plastisitesini yok ediyor. bana göre tiyatro falan değil zaten, bildiğimiz filmin canlısı.

hikaye temelde bir ilişki mevzusu olarak özetlenebilir. başlangıcı gayet sıradan, ama o sıradanlıkta birsürü detayı yakalamış, tık tık vuran bir yapıda. prodüksiyon tasarımı bu noktada nefesleri, fısıltıları, mırıldanmaları ön plana çıkaran yapısıyla çok ciddi bir işlev görüyor. bunun hikayeye katkısı büyük. ikilinin ilişkilerindeki bütün yapaylığı, oyunları, sahteliği anbean görebiliyoruz bu ekranda. hikayeni tam bu noktasında berkun oya çok hanekeyen bir müdahalede bulunuyor. genç çiftin bu muhkem evinin içine bambaşka bir hakikat doğuyor.

buradan sonrası spoilera kaçacak ama şunu söylemek gerek ki başörtülü kız rolünde öykü karayel'in performansı, tülin'in ozan çelik'le olan aksiyonundaki doz falan inanılmaz. öykünün tiradına başlamasıyla beraber adeta bir masumiyet-kader, haluk bilginer-ufuk bayraktar mesabesinde ve hatta ötesinde performansa tanıklık ediyoruz. öykü 20 yaşındaymış ama bu performans biraz fazla yani. tabi bu noktada tesettürün etkisi, mimiklerdeki işlevi falan da önemli. diyaloglarda berkun oya'nın biraz fazla varoluşçu çıkışları, "Hani nerde Allah'ınız?" tandanslı sorgulamaları bazen sırıtıyor. Ama mesela öykü'nün rüyasında gördüğü ninesini falan anlatışı inanılmaz yani, absolutno metafizicku. finalde başörtüyü başından çıkarışı bana biraz pornografik geldi, hoş bartuğ burada başını kaldırmasa da, seyircinin o tesettürün altındakini gözetleme arzusunu tatmin eden bir tavır gibi hissettim ben. yine de iyiydi yani. birgün mızraksız'ı çekersem, oyuncumuz belli.

hülasa "güzel şeyler bizim tarafta" fazla iyi, çok iyi. oyun gibi de değil. onun için gidip görmek hiç fena fikir değil. biraz da deneyim yani, performativity felan. 25 liraya değer yani.

http://www.krek.net/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum