28 Mart 2006, Diyarbekir

henüz lisedeydim, öss zamanlarıydı. televizyonlarda diyabakırdaki çatışma görüntüleriyle yerimizden oynamıştık. daha taze sayılan I. AKP iktidarı ve garip bir iyimserlik havası bir anda tersine dönmüştü. başbakanın "kadın da olsa, çocuk da olsa..." diye başlayan meşhur lafının ardından 13 insan can vermişti. uğur kaymaz öleli sade iki yıl geçmişti.

olayların akabinde sınava girdim, üniversiteyi kazandım. hem de olaylarından ardından "korkuyoruz ama yine de gidiyoruz" diyerek ODTÜ'lü bir grup gençle beraber yola çıkan Boğaziçi'li gençlerin üniversitesini. ben hazırlıkta okurken "boğaziçi diyarbakır'a" kampanyasının stickerları henüz duvarlardaydı.

boğaziçi'ni fiilen bitirdim. diyarbakır yoluna düşen öğrencilerin çoğuyla arkadaş, yoldaş oldum. aynı tastan yedik, aynı yollarak düştük. birlikte kederlendik, birlikte güldük. ara ara rüzgar tersten esse de başbakanın kürtlere lafı da hep aynı oldu. bazen bağrına bassa da, kaşını çatıp "kuzu kebap yiyorsunuz" diye kükremesi çoğunlukta. lokmalar boğazımıza dizildi hep.

öcalan'ın tarihi ateşkes mektubu okunalı yedi gün oldu. mart serxildanından ise yedi yıl. bugün memleket herzamankinden daha fazla barışmak istiyor. kürtler hep barış istiyorlar. seyredeceğiniz belgeselde de bu çığlığı duyacaksınız. ama bir farkla. onlar unutarak, silerek, yok sayarak değil, hatırlayarak, not düşerek, mevcut kılarak barışmak istiyorlar. 

yani hesaplaşmak, halleşmek, helalleşmek istiyorlar. hak yerini bulsun, adalet tecelli etsin diyorlar. bize hep hatırlattıkları şey; adalet yoksa barış da yok. diyarbakır serxildanında ölen 13 insanın katilleri hala aramızda, faillerin yargılanmasını diyarbakır valisi defaatle reddetti. aradan roboski geçti, devlet özür dilemeye dahi yanaşmıyor.

diyarbakır olayları, muş kırsalında kimyasal silahla öldürülen 14 PKK gerillasının cenazelerinin defni sırasında vuku buldu. iktidar kimin yasının tutulup, kimin acısının unutulacağına karar verense eğer, kürt halkının yası makbul ve muteber değil, bilakis merdud ve menfurdu. cenazeler, ölenlerin yokluklarıyla mevcud hale geldikleri, kayboluşlarıyla yeniden doğdukları, topraklaşırken ruhlarının binlere karıştığı törenler. ayetteki gibi "onlara ölü demeyiniz, onlar diridirler" belki tam da bu yüzden diyarbakır halkı, diriye değil ölüye olan hürmetiyle, kimyasal silahlarla tanınmaz hale gelmiş cenazeleri defnettikten sonra kederini öfkeye dönüştürdü, "lieber wütend als traurig"

kürtler barışmanın unutmak olmadığını bize hala hatırlatıyor. bilvesile, bugüne nasıl geldiğimiz hatırlamak boynumuzun borcudur. DİHA diyarbakır bürosu tarafından hazırlanan "isyanın diyar(ı)bekiri" ve boğaziçi üniversitesi öğrencileri, akademisyenleri kaleminden "korkuyoruz ama yine de gidiyoruz"



bizler boğaziçi üniversitesi öğrencileri olarak diyarbakır halkına desteğimizi sunmak için yola çıkıyoruz. diyarbakır ve bölge halkının ezilmesine ve isyan etmesine sebep olan tüm koşullar bizim hayatımızı da çekilmez hale getirmektedir. öyle ki diyarbakır ve bölge halkının haykırışına kulak tıkamak aynı zamanda bizim de susturulmamız anlamına gelmektedir. bizlerin öğrenci ve öğretim elemanı olarak deneyimlerimiz bölge halkını ezen dinamiklerden bağımsız değildir. o yüzden bölge halkının isyanını anlıyoruz.

bingöl’de 14 pkk’linin öldürülmesinin ardından diyarbakır ve diğer illerde yaşanan olaylarda aralarında çocukların da olduğu 12 kişi yaşamını yitirdi. başbakan, ölen çocukların sorumluluğunu ailelerine yükleyip, yaşanan olayları daha anti-demokratik yasaların gerekçesi kılmaktadır. şu ana kadar 91’i çocuk 400 civarında kişi tutuklanmış bulunuyor, sendika ve parti temsilcileri birer birer içeri alınıyor. böyle bir ortamda, 6 yaşındaki çocuğun ölümünü değil ama bölgeye akacak yatırımları konuşmaya zorlanıyoruz. kepengi kapanan esnafın zararı çocukların canından daha fazla tartışılmaya değer görülüyor. istanbul’u küresel şehir yapmak isteyen, kamu mallarını satılığa çıkaran tüccar zihniyeti, diyarbakır’da ölen çocukları da görmemektedir.

medya, bölgenin yıllardır sürmekte olan yapısal sorunlarından kaynaklı olan isyanı bireysel sapkınlık olarak lanse ederek olayları çarpıtmaktadır. medyanın kürt sorunu üzerinden yürüttüğü milliyetçi propaganda halklar arasında düşmanlık tohumları ekerek ve farklı sesleri bastırarak tüm ülkenin geleceğini karartmaktadır. çocukların 5 milyon karşılığında taş attırıldığı söyleniyor. daha önce de müslümanların 100 milyona hıristiyanlaştırıldığı, türban takmayanların 1 milyar karşılığında türban taktığı iddia edilmişti. bu zavallı gülünç iddialardan, yalanlarından ve çarpıtmalardan bıktık. artık bu palavraları kesin. bölgede yaşanan şiddeti dış mihrakların oyunu diyerek de gizlemeye çalışmayın.

kürtler yıllardır çeşitli biçimlerde sorunlarını dile getiriyorlar, bizim onların söylediğine ekleyecek bir şeyimiz yok. sadece şunu vurgulamak istiyoruz, kürtlerin dışlanmasına yol açan siyasetler aynı şekilde bizi de dışlamaktadır. diyarbakır halkını bastırmak için kullanılan yöntemler, gecekonduları yıkmakta, üniversiteleri susturmakta, sosyal hakları ortadan kaldırmakta ve halkı yoksullaştırmakta da kullanılmaktadır. toplumun her alanında adaletsizlik derinleşirken adaletsizliğe karşı isyan eden herkes diyarbakır’da olduğu gibi susturulmakta ve düzen bozucu olarak değerlendirilmektedir. polis şiddeti gündelik hayatın doğal parçası haline gelmiştir. binlerce genç askere alınarak ölüme sürülürken, savaşa harcanan bütçe hepimizi yoksullaştırmaktadır.

kira parasını ödeyemeyen öğrenci, özgür düşünce ortamı bulamayan bilim insanı, sigortasız çalışıp açlık sınırında yaşayan işçi, suç örgütlerine itilmiş milyonlarca işsiz genç, hastane kapılarında ölüme terk edilen yoksullar, iflasın eşiğindeki esnaf, köyünü terk etmek zorunda kalan çiftçi, yaşamın her alanında ezilen kadınlar, salt türban taktığı için öğretim hakkı elinden alınan öğrenciler ve isyanı görmezden gelinen kürt halkı aynı iktidarın mağdurlarıdır.

bizler boğaziçili öğrenciler ve öğretim elemanları olarak özellikle aydınların kürt sorununa yaklaşımı karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşadığımızı belirtmek zorunluluğunu hissediyoruz. aydınlar kendilerini sorunun dışında konumlandırarak çözümler önermektedirler. en önemli görevi acıyı ve mağduriyeti görmek olan aydınların kürt halkının yıllardır sürmekte olan acısını ve mağduriyetini anlamamaktaki ısrarını utanç verici buluyoruz. mazlum kürt halkının direnişini milliyetçilik, bölücülük ve güvenlik sorunu çerçevesinde ele alınması, sadece kürt sorununun değil hepimizin yaşadığı sorunların da üstünü örtmektedir. bugün oturduğu yerden şiddeti eleştirmenin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. adaletsiz bir dünya şiddet üretmeye devam edecektir.

bizler, tıpkı filistin halkının özgürlük kavgasını, fransa’daki göçmenlerin ve öğrencilerin isyanını, irak’ta emperyalizme karşı direnişi, güney kore’deki işçilerin sendikal mücadelesini, latin amerika’daki yerli halkların yoksulluğa karşı mücadelesini ve tüm ezilenlerin mücadelelerini sahiplendiğimiz gibi kürt halkının mücadelesini de kendi mücadelemiz olarak görüyoruz.

adil ve özgür bir dünya zalimlere ve zulme karşı mazlumların ortak mücadelesiyle yaratılacaktır. 

boğaziçi üniversitesi öğrencileri

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum