28 Şubat'tan anladığım
epey
olmuş. çocuktum. şimdi ihtiyar bir delikanlıyım. henüz okula başlamıştım. şimdi
üniversite mezunuyum. epey oldu yani.
genelde
bugün beyazıt meydanında filan idrak edilir. yahut salon toplantılarında. bu
yılın trendy mekanı haliç kongre merkeziydi. bense boğaziçi üniversitesi'nde
rızıklarını, hayatlarını temin ettikleri zeytin ağaçları, termik santral
müteahhiti kolin aş tarafından tıpkı israil filimlerindeki gibi sökülen
yırca'lı köylüleri dinledim. evet günün anlam ve önemine uygun bir etkinlik
değildi. ama benim anlam ve önemim bu, yani önemli bulup anlam verdiğim.
laf
olsun diye birşeyler yazmak niyetinde değilim, ama bugünü bence çok daha güzel
kılan şey şu oldu. abdullah öcalan "Bu
30 yıllık çatışma sürecini kalıcı barışa götürürken, demokratik bir çözüme
ulaşmak temel hedefimizdir. Asgari müşterekin sağlandığı ilkelerde, silahlı
mücadeleyi bırakma temelinde, stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yı
bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum." diyerek süreci nihai aşamaya doğru taşıyan tarihsel bir
hamlede bulundu. 28 şubat 1997'yi hayırla yad edemiyoruz, ama 28 şubat 2015'i
güzel anacağımız kesin.
28 şubat'ta "herkes için adalet" talebiyle sokaklara
çıkabiliyorduk, çünkü tüm yozlaşma ve çözülmeye karşın dünyayı değiştirmeye
dair müslümanca bir iddiamız, talebimiz vardı. 1000 yıl sürmese de darbe
amacına ulaştı. bugün müslümanlar bu iddialarını yitirdikleri gibi her alanda
ve her anlamda müslümanlığın hanesinden götüren, sermayesinden çalan bir
fenomenle, vasatlığın hüküm sürdüğü bir kolektif akıl tutulmasıyla hemhal olmuş
durumdalar.
28 şubat islamcılık iddiasının köküne kibrit suyunu ekti. bugün
o ocakta biten piç bir incirden ibarettir. necistir, mekruhtur, üzerine kan
sıçramıştır. yenmez. ağza dahi alınmaz.
benim öğrendiğim ise şu oldu: "Devlet bize
kendini tanıtıyordu ya da bize başka birini tanıtıyordu; biz de tamam diyorduk.
Sonra durduğumuz yerde ona göre şekil alıyorduk. Ben olaylara tepkimi
devlet kanalıyla veriyordum. Mesela, çıkıyordu televizyon diliyle
Kürtlerden bahsediyordu, o neye terörist diyorsa terörist oydu. Ve asla bizler
birbirimizi tanımıyorduk. Ama ne zaman ki bu yasak başladı, ‘devlet baba’
meşruiyetini de yitirdi gözümüzde. Böylece onun yaptığı tanımlamalar da
anlamlarını yitirdi. Arada bir duvar vardı, adı: Devlet. ‘devlet baba’
meşruiyetini yitirdiği andan itibaren ben bütün ezilenler ile birden yatay bir
ilişki kurmaya başladım. Ben size daha acı bir şey söyleyeyim. Yapılan
eylemlerden sonra eğer yasak kalkmış olsaydı biz hiç bir şey olmamış gibi
kaldığımız yerden devam ederdik. Bugün ben ne Hrant Dink’in cenazesine gidiyor
olurdum, ne de HES’leri protesto ediyor olurdum. Biz ezilenlerin varlığını o gün
yediğimiz, o darbeyle fark ettik.Yasak devam ettikçe giderek güçlenen bir
bilince sahip olduk."*
rejim 28 şubat'ta müslüman kadınlar üzerinden tüm topluma bir ayar çekti. bilhassa müslümanlığı hayatlarına birincil öncelik olarak gören, onu kimlik ve yol edinenlere. müslümanlar kavgalarında sebat etmediler. bedelini de kadınlar ödediler. biz (müslüman erkekler) o kadınlara ihanet ettik. yalnız bıraktık. ne haklarını ödeyebiliriz, ne yaralarını sağaltabiliriz. en azından utanmaya çalışalım. onların kırık hatıraları, acıları, travmaları üstünden kendimize makamlar, mevkiler, kibirler devşirmeyelim. utanalım ve sessizce başımızı öne eğelim.
rejim 28 şubat'ta müslüman kadınlar üzerinden tüm topluma bir ayar çekti. bilhassa müslümanlığı hayatlarına birincil öncelik olarak gören, onu kimlik ve yol edinenlere. müslümanlar kavgalarında sebat etmediler. bedelini de kadınlar ödediler. biz (müslüman erkekler) o kadınlara ihanet ettik. yalnız bıraktık. ne haklarını ödeyebiliriz, ne yaralarını sağaltabiliriz. en azından utanmaya çalışalım. onların kırık hatıraları, acıları, travmaları üstünden kendimize makamlar, mevkiler, kibirler devşirmeyelim. utanalım ve sessizce başımızı öne eğelim.
müslümanlar geçen 18 yılda önce devletle olan hesaplarını unuttular. sırtlarına inen
copları yaladılar. telsizlerin mandalına yapıştılar, apoletleri taktılar ve
firavunun sarayını yeşile boyadılar. şimdi o sarayda okuduğu şiirlerle
hepimiz fethe çıkaran bir adam oturuyor. habire hepimize hiza vermeye kalkıyor.
namlu şimdi onun elinde, o da öncekileri aratmıyor. dolayısıyla bugün,
başörtüsü yasağı bitmiş olabilir ama bu, bizim sistemle sorunumuzun bittiği
anlamına gelmiyor. kavga devam ediyor ve biz o kavgada dün neredeysek orada
durmaya devam ediyoruz. hepsi bundan ibaret.
*Yasemin
Köycü, Bin Yılın Sonu: 28 Şubat, Pınar Yayınları
Yorumlar