düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum

bu blogu açalı beri bana özür dileten birkaç hadise yaşandı. iddia ve kavgamda eskisi kadar şedid ve inanmış olmadığımdan özrü bir gerileme olarak telakki etmeyerek, dilemekte beis görmemiştim. bu notu da bir tür özür mahiyetinde kaleme alıyorum, bunu motive eden biraz mahcubiyet, biraz da kendimi beyan çabası hala, herşeye rağmen. tasvip etmediğim bir fiilin faillerine neden mahcup olduğum ise, herhalde herşeye rağmen bir tür hukuk inşa etmiş olmaklıkla ilgili. dostluk, bu hukuğa dair olandır.

evlilik kurumunu riyanın örgütlü hali, kapitalist modernitenin en küçük hücresi, toplumsal normasyonun kurucu rejimi olarak görüyorum. evlilik, bir bakıma aşkın örgütlenme potansiyeline karşı geliştirilmiş bir hamle, adeta bir karşı devrim. dinimizin izdivacı emri, peygamber efendimizin sünneti de durumu kurtarmaya yetmiyor. yediğimiz her bokun kılıfı olmaklık dışında, islam bu organize riya halini de aklayacak bir fenomen değil, belki bilakis ilga edecek bir emr, yıkacak bir cehd.

nikah ve düğün merasimleri, eylül dizisi boyunca tartışmaya çalıştığımız hallerin toplumsallaştığı, suçun kollektifleştiği, toplumun birbirine aşkla bağlı iki insanın ilişkisini yapısal bir şekilde tersyüz ettiği bir ayin niteliğinde. davetliler olarak hem kurban hem katil oluyor, bir yandan ilişkinin asgari hukukunu yerle bir ederken, bir yandan da kollektif riyaya dahil olarak tüm bu kepazeliğe şahitlik etme ayrıcalığına erişiyoruz.

müslüman insanlar için bence en utanç verici olanı ise, tıpkı cuma namazında imamın "devletimizi kötülüklerden koru" duasına amin demek zorunda kaldığımız gibi, TC anayasasının baskısı altında, devletin bilimum biyopolitik aygıtlarınca teftiş ve tetkik edilerek (nikah randevusu alana kadar olmadığımız test, almadık sağlık raporu kalmadıydı) oluşturulan bir yasal boyunduruğa boyun eğen iki insanın bu suçuna da tanıklık etmek zorunda bırakılıyoruz. hatip dicle'nin meclisteki yemin töreninde "ben ve arkadaşlarım bu metni anayasanın baskısı altında okuyoruz" deyişi gibi evlenen çiftler de istisnai örnekler haricinde TC erkinin cebrinin sergilendiği nikah şovlarına bizleri alet etmekte ahlaki politik bir sorun görmemekteler. mükemmel bir müslüman olmasam da devletin bizim nasıl sevip nasıl sevişeceğimize müdahale etmesini, kadın ile erkek arasında Allah'ın hukuku ile zapt edilecek bir akdin değil, seküler normlara göre inşa edilen bir rejimi dayatmasına eyvallah edemiyorum. eyvallah edenlerin de günahına ortak olmak istemiyorum.

şeriat raconu işin bir yüzü ise, düğün ve nikah merasimlerinden toplanan kollektivitenin o havadan-sudan diyalogu, sahte rabıtalar üzerinden maruz kalınan sosyalliği de işin bir diğer yüzü. zoraki bir toplaşmanın sahteliğinin paçalardan aktığı, israfın ve kibrin zirve yaptığı bu gülünç ayine ne adına maruz kalıyor, neyin gül hatırına göğüs geriyoruz? arkadaşlarımıza olan muhabbetimiz onları bu gülünçlükten uzaklaştırmak yerine maruz kaldıkları bu ezaya tanıklık etmek mi olmalı? o büyük destansı aşk uğruna katlanılan bu saçmalık, köprü geçilene kadar dayı diye çağrılan bu habis ve necis yekün; köprü geçildikden sonra zaten esasa dönüşmüyor mu? herkes derdinden, meselesinden, ilke ve değerlerinden vazgeçtikten sonra zaten yoluna girmiyor mu herşey? evlilik kurumu, muhabbetten daha fazla neyi vaad ediyor da o kapıdan geçildiğinde pembe bir gelecek düşü kurmak mümkün oluyor; yoksa vazgeçmenin, tasfiyenin, gerilemenin bahanesi de biz mi dolmuşa biniyoruz?

insanların birbirlerini sevmesine, sevişmesine değil bunun 1 tahakküm biçimine, devlet ve sermayenin emrinde 1 yönetişim tekniğine dönüşmesine, iktidarın 1 cebir aygıtına evrilmesine itiraz ediyorum. buna iştirak etmek, tanık olmak ve icabet ile meşrulaştırmak istemeyişimden boykot ediyorum. tabii ki bunun istisnaları oldu, istemesem de muhabbetin, "ayıp" addettiğim türden sosyal ilişkilerin (bir yetimi yalnız bırakmak, bir muhaciri sahipsiz koymak, dostunu tümden yamyamların insafına terk etmek vb) bahanesiyle katıldığım törenlere bakarak, boykotumu tutarsız bulanlar, üzülüp kırılanlar olacaktır; haklarını helal etsinler. muhabbete ve dostluğa itikadımız niceyse, hakikat uğruna kalp kırmaktan, üzmekten ve üzülmekten ürkmeyişimiz de oncadır.

nihayetinde aşkın bir örgütlenme hali olduğuna imanımız ölçüsünce karşı devrime, riya rejimine, organize kötülüğe mukavemetimiz sürecek. yeni evliler bizi af buyursunlar, muhabbetle telafi ederiz. yani, "mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele"

not: bu yazıda kullanılan görseller, tüm Eylül serisinde olduğu gibi kamusal imajlar olup temsili mahiyetleri dışında hiçbir im ve ima içermezler.


Foto: Hüseyin Arif Sarıyaşar

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak