Vasatlıkta Eşitlenmek
Vasatlıkta Eşitlenmek
"Asıl reformu kültürde
yapmamız lazım, kültür ihtilaline, kültür devrimine şiddetle ihtiyacımız var."
Recep Tayyip
Erdoğan, 15.10.2016
Ahmet İnsel, geçtiğimiz haftalarda bir yazısında AKP'nin İslami
söylemi hegemonik bir aygıt olarak toplum mühendisliğindeki ikmalini
tartışırken "Kendi elitini yetiştiremeyen Müslümanlar, vasatın tahakkümünü
talep ediyorlar." ifadesini kullandı. İki yıl önce burada yazdığım
"Yeni Türkiye: Vasatlığın Egemenliği" metninden epey yararlanmışa benzeyen bu kullanıma bir parça
bozulmadım değil. İnsan koca profesörden bir parça daha ciddiyet beklese de
İnsel'in bambaşka bir yerden tuttuğu vasatlığın giderek memleketin sahip olduğu
türlü evsaf, nüans ve kıymeti umarsızca imha etmeye başlayan bir "kültür
devrimi"ne dönüştüğünü söylemek mümkün.
Geçen hafta MEB'in proje okul ilan ettiği
liselerde bir sürgün furyası yaşandı. Esasen lise imtihanlarında yüksek puanla
girilen, köklü eğitim kadrolarına sahip, kamu şartlarında iyi kötü
kurumsallaşmasını tamamlamış, mazisi ve prestijiyle bağış toplayabilen
dolayısıyla teknik ve fizik altyapısını çözebilen, memleketin iyi diye bilinen
İstanbul Erkek, Kabataş, Cağaloğlu, Vefa gibi liseleri de içeren bu kurumlarda
8 yılını dolduran öğretmenler zorunlu sürgünlerle başka okullara yollandı.
Böylelikle bu okullarda zaman içerisinde biriken teamül, yerleşik kültür ve en
mühimi eğitim kalitesini oluşturan entelektüel kapital tasfiye edilmiş oldu.
Kapital dedik, buradan devam edelim. Bir kavle
nazaran; hükümetin okul öğretmenlerine rotasyon uygulaması, belirli bir
merkezde toplanan vasıf ve imtiyazın yeniden, hatta belki de daha da adil
dağıtımı olarak düşünülebilir. Ne yani "İstanbul Lisesi'nin kaliteli
matematik hocalarından, Ardahan İmam-Hatip Lisesi'ndeki sabiler de yararlanmasın
mı?" denebilir. Fakat bu hocaları üreten ve verimli hale getirenin tam da
bu birikimi mümkün kılan tarihsellik, kurumsallık ve belirli bir tür evsafın
olduğunu hatırda tutmak şart. Kimi zaman geç Osmanlı misyonerlik
faaliyetlerinin uzantısı, kimi zaman hükümetlerarası işbirliğinin bir parçası,
kimi zamansa yeni düzenin öncü kadrolarının imalatçısı olarak tasarlanan ve
inşa edilen bu kurumlar, tam da aralarındaki bu farklı motivasyonlarla belirli
bir politik pedagojiyi yeniden üretebilmişlerdir.
Cumhuriyetin din eğitimini ve daha geneliyle
İslami hayatı ve dünya görüşünü kontrol altına almak maksadıyla inşa ettiği bir
tür ehlileştirme kurumu olan imam-hatip liselerinin halk tarafından benimsenip
belli oranlarda dönüştürülmesi bu pedagojinin bir yapı sökümü değil midir? Öte
yandan imam hatiplerin temelindeki politik formasyonun şimdi proje ilan edilen
muteber liselerden farkı olabilir mi? Nihayetinde temelinde bir nesil tasarımı
ve belirli bir epistemik ufuk olan bir inşa sürecinin mekanıdır liseler.
Meselenin eğitim politikalarından öte can alıcı
kısmı ise, nitelik ve evsafın yitirildiği bir iklimin memleketi ele
geçirmesidir. Vasatlığın egemenliği (mediyokrasinin hegemonyası) olarak tarif
ettiğimiz bu dönem, spesifik bir tarih okumasının, tarihsel anlatının ve
belirli bir tarihyazımının neticesinde ülkenin sahip olduğu kıymetleri tasfiye
ve takdir etmektedir. Kendini sosyo-kültürel alanda çok baskın şekilde
hissettiren bu fenomenin eğitim rejiminden kadro politikalarına, gündelik
hayatın hemen her alanındaki etki ve sonuçları giderek şedidleşen bir toplum
mühendisliğine paraleldir.
Metnin girişinde okuduğunuz epigraf, ben notlarımı
kompoze ederken Cumhurbaşkanı tarafından kendi adını taşıyan üniversitenin
akademik yıl açılış töreninde sarf edildi. Bu metnin ana fikrini oluşturan bu
cümle, iktidarın 2011 referandumundan bu yana sürdürdüğü, Gezi'de ve 7 Haziran
sonrasında ise iki kez vites yükselttiği spesifik politikaların 15 Temmuz'dan
sonra aldığı halin en yetkili ağızdan tarif ve tevilidir. Kullanılan bu ibare,
yazın son demlerini geçirdiğim iki taşra şehrinde, tasfiye politikalarının
adeta "gözlük takanlar", "yabancı lisan bilenler",
"sol elle yemek yiyenler" türünden belir bir fiile, suça yahut
kanundışılığa değil kendinden menkul, icat edilmiş bir takım kategorilere
dayanan kıyımlara dönüştüğünü gözlemlememle zihnimde belirmişti. Yaşadığımız
Kızıl Khmerlerin veya Çin Komünist Partisinin giriştiği türden bir kültür
devrimi olabilir miydi gerçekten?
Politikaların failinin de tarif yahut itiraf ettiğine
göre bu mümkün. Başta da söylediğim, spesifik bir tarihsel okuma ve yazma
pratiğiyle gerçekleşen bu ihtilal, ne yazık ki haksız temerküzün adil
dağıtımına değil, eski toplanma ve birikme biçimlerinin tasfiyesini,
yenilerininse tesisine dayanıyor. Dolayısıyla bozuk nizamın ilga olup adil
düzenin geldiği bir ütopyadan değil, olsa olsa eskisinin rövanşist bir yeniden
üretiminin gerçekleştiği, Akif Emre'nin tabiriyle neo-Kemalist bir distopyadan
bahsediyoruz. Kabataş Erkek Lisesi müdür yardımcısının Anadolu liselerini imam hatiplere
dönüştürme arzusu, yeni imtiyaz ve temerküz kurumlarının neresi olacağını
söylüyor. Üstelik bu yeniden dağıtım gerçekleşirken, memlekette iyiye ve güzele
dair ne birikmişse, müşterek faydaya, ahsen ve salih olana dair elde ne kalmışsa
har vurulup harman savruluyor. Alt sınıftan bir çocuğun iyi kötü yabancı lisan
öğrenip kalburüstü bir üniversiteye girme ihtimali olan Anadolu liselerinin
kime ne zararı olabilir? Kurumsallığın dayattığı resmi ideoloji, yeni
Türkiye’nin yeni kurumlarında yok mudur? Sorular uzatılabilir fakat mevzu baki.
Mesele dönüp dolaşıp geçmişi nasıl hatırladığımız,
nasıl okuyup nasıl yazdığımızda bitiyor. Şimdiyle nasıl bir ilişki kurup
kuracağımızı biraz da bu belirliyor. Eski Türkiye'nin imtiyazlarını kaldırmak
vaadiyle gelenler, inşa ettikleri kibir kulelerinde, talan ettikleri yaşam
alanlarımızda, taşeronlaştırdıkları işyerlerimizde, güvencesiz kıldıkları
emeğimizde yeni zulüm çarklarını tesis ediyor, yeni birikim odakları, kenz
havuzları yaratıyorlar. Biz ise hala hakça üretip adaletle bölüşeceğimiz günün
ve gündemin kavgasına ahd etmeye devam ediyoruz.
Yorumlar