filmlerin hafızası



suç ve ceza filmleri festivali'ndeki altyazı operatörlüğü birsürü politik film ve belgesel seyretmeme yol açtı. mevzular politik, hikayeler de  bir şekilde adalete dair olunca ister istemez bildik temalar da zihnime hücum etti. bu filmlerden hesap görebilir miyiz? hatıradakileri perdeye dökünce, zalimlerle hesabımız nice olur, hesaplaşabilir miyiz?



gördüğüm filmlerin dramatik tonajı, avrupamerkezciliği, liberal iyimserliği ve nihayetinde yansıttığı trajedilerin buralara nispetle basitliği, hafifliği tartışmanın da denklemini beliriyor. yüzleşme mi hesaplaşma mı? pişmanlık mı, merhamet mi, kısas mı? adalet neyle yerini bulur, nasıl tecelli eder?



Room 514 ile Hashoter iki israil filmi. ilki tek mekanda, bir askeri sorgu odasında geçiyor. kontrol noktalarının birinde gerçekleşen bir işkence vakasının soruşturması. tipik hırsız-polis gerilimlerinin ötesinde, adaletin peşinde olmak, hakikatın kavgasını vermek, bedelini ödemek meselelerine dair iyi kafa yoran bir film. fetiş bir adalet sembolizminin ötesinde adaletin ne şekilde gerçekleşebileceğine dair tartışmayı alnının akıyla yapıyor film. bunun da fiilen "sorgu" seanslarında oluşu, yani birtakım teknolojilerle hafızadaki momentlerin sözlü ve yazılı belgelenmesi süreci epey kafa açıcı. bu anlamıyla film hafızanın hesabına dair önemli şeyler söylüyor. Hashoter'de adalet meselesi epey klişeler, trajediler üzerine kurulu ve başarısız bir senaryoya dayanmada. ilk yarıdaki dramatik gerilim ikinci yarıdaki veletlerin hikayesiyle zaten uçup gidiyor. bu bayağı olmamış. ama kanser hastası askerin bir tür feda nesnesine dönüşmesi fena değil. ordan gitse gidermiş.



Body Complete ismiyle müsemma, Bosna savaşının kayıp bedenleri, parçalanmış cenazeleri üzerine. epey köyü bir işçilik, reji, oyunculuk ve kurgusu olsa da hikaye iyi. iyiliği de hakikatinden. kayıp cenaze ve cenazeyi arayışın bir kayboluşa dönüşmesi etkileyici. bu anlamda film epey dobra da. nicole'un bu arayışında kendi geçmişiyle de bir tür yüzleşmesi, kaybolan parçasını araması güzel. tabii bunlar melodramdan çıksa çok iyi yerlere gidebilir. ama lukas dayı oraları silmiş. BC bedenlerin hafızasını kazıması, arkeolojisini yapması anlamında imkanlar barındırıyor.




Sakin Deniz tipik II. Cihan Harbi dramı. naziler felan. yahudiler yok ama komünistler var. genel itibariyle öyle bir geçer zaman ki tadında bir yapım. nantes'ta partizanların bir nazi subayını infaz etmesinin ardından hitler'in 150 esirin idamıyla misilleme yaptığı trajik bir hikayeyi anlatıyor. arada çocuk denecek yaşta gençler de olduğundan hikaye bir tür anne frank edebiyatına dönmüş. bestseller bilem olmuş. güzel dram yapmışlar. insan koltuğa falan da gömülüyor. mektuplar güzel ama.

ilk film de Diaz: Bu Kanı Silmeyin. açıkçası filmin de güttüğü hafıza, kanda bedenleşeni. G8 Cenova zirvesinde, carlo guliani'nin katledilmesinin ardından gece anarşistlerin de kaldığı diaz adlı bir lise binasına yapılan baskını hikaye ediyor. baskında 150 kadar eylemci çok ağır şekilde dövülüyor, hastaneye gitmeyecek kadar hafif olanlara hapisanede işkence devam ediyor. film de işkencilere, polisin kötü muamelesine, bilimum kontgerille usulleri, aramada içeri molotof kokteyli bırakma gibi şık çözümlere karşın açılan davaların zamanaşımına gireceği 2014'ten evvel bir kamuoyu yaratma gailesiyle çekilmiş. bu anlamıyla da kıymetli. dedim ki 150 çocuğu dövmüşler (bu arada bilimum alancılar, şipinozaşenlikçiler, ödepeliler, disipliler de konaklama alanlarında içmece-sıçmaca, yiyişmece-sevişmece halinda, çalgı çengi yortamlar) adamlar ne dram çekmiş. ya bizim dramımızdan hafızaya kalanlar. hayatımız film.






son iki film de burjuva adaleti üzerine. arkadaş bu avusturya sinemasında bi tane müspet avusturyalı karakter göremeyecek miyiz anlamadım ya. herkes psikopat, herkes sorunlu, herkes ahlaksız. neyse helak olsunlar. mesele değil. burda milyarderın kızı ile miletvekili adayının huzursuz haftasonu yolculuğu var. parlementerliğin eşiğindeki adamımız, eski mahallesinden, çöplüğünden gelme bir manyağın sapık takibiyle geçmişini deşmek ve "itiraf" ederek tedavi olmak zorunda kalır. geçmişini ona hatırlatan eski dostun "sapık"lığı iyi bir gerilim. bizi ters köşeye yatırıp sonda karaktere olan tüm sempatiyi de yok etmeye yarıyor. özetle film, politikacılar pezevenktir diyor. hikaye de öyle bişi zaten. epey mide bulandırıcı. arka plandaki burjuvalık felan da beklenmedik kadar solcu işi. tuttuk.

heineken hikayesinde, fakir ama gururlu gencin intikamı durumu var. fakat totalde, adam kaçırıp fidyeyle zengin olma düşü "edukators"daki zenginleri huzursuz etme, tedirginlik verme performansıan yakın bir yere düşüyor. "die fette jahre sind vorbei" durumu yani. finaldeki st. martin-fransız karayibleri sınırı üzerinden gelişen mevzu da, kolonyal iktidarların manipülatif operasyonlarına dair küçük bir rwanda olmuş. güzel detay. filmin tek kötü yanı, 80'lerde geçen hikayesinin tüm dönemsel karakteristiğine sadık oluşu. bu titiz sanat yönetimi de bizi kottan, tayttan, kabarık saçlardan kusturdu. ama yapçak bişi yok. hülasa burjuva adaleti olmaz. yoksulların öfkesi karunları boğacak diyor film.

iddialı girdik, ama filmleri özetledik gibi oldu. bu tartışmalar epey su kaldırır. benim de biraz okumam lazım. ama şincilik böyle not düşmek iyi gibi. bakalım buralardan birşeyler çıkarabilecek miyiz.

festivalin sürprizi ise: un mundo secreto


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum