bu daha başlangıç*



*hadi ordan yok öyle bişey!

sonlardan ve başlangıçlardan değil de süreçlerden ve sürekliliklerden müteşekkil, döngüsel bir tarih anlayışıyla tedrisattan geçtik. boğaziçi tarih'te geçirdiğimiz yılların öğrettiği böyle özetlenebilir. "aklın kötümserliği ve iradenin (kalp diye şerh düşmeli belki Beckett'e) iyimserliği" ile matuf itikadımız, ancak bu bitimsiz tarih anlayışı ile ayakta durabilecek kadar zayıf ve kırılgan zira.

insanın kendisiyle, geçmişiyle, hafızasıyla yüzleşmesi zor. kendini anlatması, dile getirmesi müşkil. en başta enaniyet, nefsani birşey. sağolsunlar ki insanın kendini derleyip düzeltmesi için dostlar var, hatırlatacak. işte birkaç yıl önce hayatımda aldığım en kıymetli, hatırladığım kadarıyla tek ve isterim ki son doğum günü hediyesinden, sağda-solda, bilhassa mail gruplarında yazdıklarımı iki kapak arasında toparladıklarında benim de yüzlecek bir "şey"im oldu. oldu tabii, fakat dostlarla, onlar sayesinde var ve mümkün oldu.

28 şubat'ın fırtınası henüz dinmişken, 2002 yazında ortaokulu bitirdiğimde, dedemin namaza devam etmem şartıyla anneme verdiği ufak bir bursla ODTÜ'de robot kampına gittiydim, zeyd ile beraber. iki hafta or-an'da boş bir milletvekili lojmanında kalmış, sabah yumurta kırıp akşam cips yiyerek, kızılay'da dolmuş bekleyip herkese "hocam" diyerek genç yaşta ankara tozu yutmuş, en önemlisi geleceğe, adam olmaklığa dair hayaller kurmuştuk. zeyd'le en çok kafa kırdığımız mesele, fen ve sosyal bilimler arasındaki ikilikti. o zaman heyecanla okuduğumuz tübitak popüler bilim kitapları -akp'nin kültür ve bilim politikaları imanımızı sorularla çalan bu güzel serinin de köküne kibrit suyu ekti galiba- arasından yayınlanan ingiliz fizikçi c.p. snow'un "iki kültür" kitabı kafamızı çok açmıştı. shekasperae kadar termodinamiğin kanunlarından da haberdar entelektüellerin imkan ve lüzümundan bahseden snow, fen bilimleri ve sosyal bilimler arasındaki ayrımı, aydınlanma öncesinin bütüncül, hadi bizim burdan yakalım tevhidi doğasına dönmeyi teklif ederek aşmayı öneriyordu. bugün deleuze'cü abilerin quantumlu, genetikli, biyofizikli fantastik kafaları snow'un öncülü olduğu bu tartışmaları doğrular gibi.



2002 yazında, ODTÜ Makina Mühendisliği önünde, Zeyd'le beraber

zeyd'le kafaları sıyırdığımız fencilik-sosyalcilik tartışması esasen sistemin her zaman bize dayattığı bipolar evrende, kendi irademizle bir üçüncü yol arayışı olarak da okunabilir bugünden bakınca. erbakan'ın paltosundan çıkan her islamcı genç gibi biz de o zamanlarda, kendi mahallemizden çıkıp deplasmanda oynamayı, iyi birer anadolu lisesi kazanıp mühendiz olmayı hedeflemiştik. kendimizce alanlar bölüşüp, her ilimden anlayan bir çete hayali kurmuştuk. benim payıma düşen, odtü'deki kamptan aldığım gazla mekatronik mühendisliği olmuşt. hem memlekette yeniydi, hem gelecek robotlardaydı, sora mit'de (minüskülün azizliğine kanma, hakan fidan o zamanlar portakalda vitamindi, bizimki massachusetts institute of technology) sibernetik doktorası felan yapacaktım. öyle böyle derken hayaller gerçek oldu. ilk tercihlerde cağaloğlu'nu kazandım. ek kontenjanda zeyd, son yerleştirmelerde kemal yetişti. çete tamam oldu.

çok öğretici, dolu ve şekillendirici bir lise maceramız oldu. üç kafadar mahalleden çıktık, başka mahallelere doğru yol aldık. bu sonraki hayatımızda da belirleyici oldu. ayrı yollardan yürüsek de, cağaloğlu yokuşunun tozu hep ardımızdan iz oldu. matematikten hüsran fiili sebep olsa da, doktor-mühendisliğin fazla "makbul ve muteber", iyi aile çocuğu işi olduğunu biraz o zamanlar anladım. nasıl oldu, niye oldu hala anlamasam da kurduğumuz sinema kulübünde, ampulü yanık projeksiyonda okulda "uzak"ı gösterip boş bakışlarla salondan çıkan arkadaşları aslında nasıl da iyi bir film seyrettiğimize iknaya çalışırken, kanıma giren virüsün ne olduğu da aşikar olmuştu. lise 2'de fizik, kimya, biyoloji, matematik ve geometrinin küllünden çakıp, anca tiyatrocu matetmatik hocasına dekor inşa ederek paçayı kurtarınca vaziyet belli oldu. bütünlemelere kalmak yerine radikal bir karar aldım, fen'den sosyal'e geçtim. öss'den sonra hiç girmediğim 5 dersten sınava girecek, böylece kaldığım fen derslerinden de kurtulacaktım. meğer ben hayatımın kumarını oynarken kader de cilvesini icra etmedeymiş. öss sisteminin değişikliği fenci arkadaşları imha ederken, benim gibi sosyalcileri abad etti. kemal'le birlikte turnayı gözünden vurmuş, sosyalde ilk 250'ye girmiştik. zeyd bizim kadar şanslı değildi. o da sonradan özel bir üniversitenin endüstri mühendisliğine yerleşti.

CAL Jugendfest'te kamera başında
karar anı tekrar gelip çatmıştı, ne okuyacak, ne olacaktım? sosyalci olarak tarih, edebiyat ve iletişim bölümlerinden başka seçeneğim yoktu. o yıllarda henüz kolpalamamış olan bilgi ve msü gsü'nün sinema-tv bölümleri göz kırpmaktaydı. amma velakin gerçekten öyle miydi. işte bu noktada ustamız, babamız imdada yetişti. önce oturduk istişare ettik, sonra elimden tuttu, o vakitler bilgi'nin sinema yüksek lisansına koordinatörlük kapan yusuf kaplan'ın taksim'deki ofisine gittik. kararı birlikte verdik. sinema-tv bölümlerinden sürünmeyecek, boğaziçi'nde sosyal bilimler eğitimi alacak, mafm'nin imkanlarından yararlanacak bir yandan da "alaylı" sinema eğitimimi çalışarak sürdürecektim. plan fena değildi, tarih cazip gözüküyordu, nasıl olsa beğenmezsem başka bölümlerden ders alabilirdim. Allah'tan da öyleymiş. ha bir de tübitak eve mektup yolladı, sosyal bilimleri ilk sıraya yazarsam 400 lira para verceklerdi. daha ne isterdim?

2006 ağustosunda kemalle elimizde kayıt belgeleri, güney meydanda yılışık yılışık sigara içip milleti keserken haleti ruhiye fena değildi. nihayetinde kolejli sayılırdık, taşradan gelen anadolu çocuklarının yaşadığı yabancılığı pek hissetmemiştik. yine de belli etmediğimiz bir gerginlik de vardı. başörtülü arkadaşlarımız nolacaktı, bu okul bizi yenecek miydi, adam olabilecek miydik? bu sorularla yadyok hayatı başladı. validenin lise mezuniyet hediyesi olarak yolladığı saraybosna'da iki haftalık festival macerası iyi gelmiş, lisede unuttuğum ingilizceyi biraz parlatmıştım. böylece ucundan da olsa hazırlıkta inter oldum, kuzey'in kasvetindense güney'in rehavetin kapak attım. yine de sınıfta arka cam kenarı, tenefüste arka kapıda sigara bakiydi. tamam kolejliydik ama o kadar da beyaz değildik. kuzey yemekane lüks restoran gibi gelmişti, ilk yediğim yemek piliç topkapı diye bişeydi. dedim yarabbim sen büyüksün, yemeği böyleyse bu okul harbi kolej olmalı. yemekhaneden çıkarken gözüme bir afiş takıldı "murat dikmen salonu yıkılıyor!"

hazırlık sağı solu kolaçan ederek, biraz da lise bakiyesi AGF-%52 yancılığıyla geçti. deri ceketli bi neslihan vardı, kemalle bize epey ablalık etti. boğaziçililer diyarbakıra giderken biz de epey imrendiydik. agf ile sgd oyak için tüm okulu kışlaya benzettiğinde hayran kaldıydık. biz de boş durmadık, okul dışında müslüman mahallenin orta sınıf çocuklarıyla okumacalar coşarken, paralel bir kadroyla okulda da ufaktan ali şeriatiler kutublar havaya uçuşmaya başlamış, bir gecede devlet kurup yıkar kıvama gelmiştik. hazırlık bitti, güç pela prof geçildi, 2007 güzünde bölüm başladı. ben yine radikal bir karar aldım, başlamadan bölümü dondurdum. atladım gittim izmir'e; tire'de semih abinin filmi "süt"te çalışacaktım. ağustos'ta ramazanın ortasında sanat asistanı olarak başladığım filmi, kasımın ortalarında 2. kamera asistanı olarak tamamladım. döndüğümde ekipler çözülmüş, herkes bir yana dağılmıştı. tire'deyken dağlıca baskını olmuş, okulda "kardeşlik istiyoruz" kampanyası başlamıştı. soğuk bir ikindi vakti güney meydan'a indiğimde mezarlığı gördüm. adres belli olmuştu.

23 Şubat 2008, "Arkadaşıma Dokunma" eyleminden
müslüman mahallesinde, shirket-şura camiasında bulamadığım bereketi, okulun 90'lar bakiyesi devrimcilerin, solcularında buldum. 2008 baharında, fiilen bölüme başladığım ilk dönemde 6'ı dersten 5'inden çakarken, bir yandan da tekrardan hortlayan yasağa karşın eylemlilik arayışındaydık. Kİ ile ittifak bizi mahalleden hızla aforoza itti. öte yandan eylemi beraber örgütlediğimiz hilal kaplan kısa bir süre sonra mail grubunda, o yıl ilk defa 30. yılı vesilesiyle taksim'de kutlanma girişimi olan 1 mayıs'ı "mastürbasyon" olarak niteleyip ortalığı birbirine kattığında, akabinde düzenlenen toplantıya kelaynak gibi (sümeyye ve burcu da vardı sanırsam ama hiç konuşmamışlardı) katılarak adresi doğrulamıştım. boğaziçi'nde deplasman liginde bonservisi böyle aldım. alış o alış. sonrası hızlı geldi. haziran'da tuzla grevi, kışın efsanevi gazze karanlıkta boğaziçi ayakta eylemimiz, şura'nın eyleme 1 ay sonra yanıt vermesiyle iplerin tamamen kopuşu, 2009 baharında çayhanenin açılışı, bir yandan "sardunya"nın festival temposu, tabii tüm bunlardan okulun epey yalan oluşu, hızlı günler, bereketli zamanlar.

coşkulu günler çabuk tükendi. 2009 yazında bal'ı çektik, o kış ite kaka çayhane'yi bir müddet daha sürdürdük, emek haftasını kotardık. barış grubunun gelişini fırsat bilip bir "barış haftası" daha patlattık ama enerji sönmüş, bende de bir hayal kırıklığı baş göstermişti. 2010 güzünde çayhane'yi askıya aldık. o süreçte SBK'ya yüklendik genco'ylan. iki dönem sosyoloji kongresine asıldım, kürdistan macerası başladı, dostlar edindik. bu arada okul başlarken tanıştığım aida'yla muhabbet ilerledi, "unutma beni istanbul"da çektiğimiz kısadan sonra sürpriz teklif geldi; yeni projesi "Djeca" için bana reji asistanlığı teklif ediyordu. TRT ve Kaplan film ortaklığı hayali mümkün kıldı, 2011 güzünde ver elini Saraybosna ve rüya gibi geçen hayatımın en huzurlu 4 ayı. dönüşte pek dönemedim, bir defa "son" başlamıştı. okula dair kayıtsızlık, işgal sürecinde LGBT mevzularıyla patlak veren kırılmalar, omuzdaşlığımızı da aşındırdı. ayarım kaçmıştı bir defa. derken otelönü iftarları vesilesiyle yeni bir gündem doğdu, kuruluş ve kadrolarında fiili emektarı olduğum emek ve adalet platformu'na resmen dahil oldum.

kör, topal 2012 güzünde bölümü tamamladım. geriye tez dersleri kalmıştı. trt türk taşeronu kuzey haber ajansı'nda ilk tam zamanlı profesyonel işime başladım. 13 bölümlük bir tv-belgesel programına giriştik. yorucu, yıpratıcı ve bir o kadar öğretici bir macera oldu. tezi de ite kaka yaptık, ettik, bobo epey uğraştı, araya 1 belgesel daha sıkıştırdık derken 1 ekim itibarıyla ajans macerası bitti. aralık'ta da montajları topladık, yayını teslim ettik. hisara başlarken uzak hedef bir dffb fantazim vardı, liseden baki. fırsat bilip 2 ayı başvuruya hasrettim. hocanın tavsiyesiyle NYU Tisch de eklendi buna. "Sardunya"dan bu yana bitmek bilmeyen kabızlığı, 2 ayda dağları yazıp bir de kısa çekerek tükettim. 1 Aralık'ta başvurular bitti, 16 Ocak'ta tezi yolladım. 7 yıllık maceranın sonu gelmişti. 28 ocak'ta malum ilan oldu, boğaziçi üniversitesi tarih bölümünden mezun olmuştum.

okulumu ve öğretmenlerimi hiç sevmedim. hırkaişerifte de böyleydi, cağaloğlunda da. bu bana hep ayıp bişey, bir tür günah, politik bir ihanet gibi geldi. ama mekanları başka ve güzel kılan ilişkilere, muhabbetlere inandım. başka türlü ilişkiye geçtiğim hocalarım oldu, okumaya, akademiye dair fikirlerimi yıkan mamostelerim de. ve en önemlisi dört duvarı zindan olmaktan çıkarıp, felaha erdiren kardeşlikler, yoldaşlıklar, omuzdaşlıklar. hisar'daki abilerim ve ablalarım en çok onlardan öğrendim, rahle-i tedrislerinden terbiye aldım. ehven-i şerre iman etmesem de, boğaziçinin memleket vasatında karşılık geldiği kıymete rağmen, benim için hisarı hala anlamlı kılan bu muhabettler, dostluklar oldu.

müslümanlara, islamcılıklara ve islamlara dair hayalkırıklığım ne kadar büyük ve sarsıcı olduysa, tanıdığım, tanıştığım, eylediğim müslümanlar da o kadar güzel oldu. nefretini kazandıklarıma inat, dostluklarından nasiplendiklerime de hamd olsun. şimdi kültür endüstrisinin esnek ve güvencesiz çalışma koşulları, hayat meşgalesi, geçim derdi, gelecek kaygısı beni bekliyor. düşü kurulacak, sancısı çekilecek, hayata geçirilecek filmler bekliyor. yolun kolay kısmını geçtim sayılır. esas film şimdi beşliyor. hayır duanızı almazdan evvel önce helalleşelim isterim. zalimlerin, ihanetçilerin, sömürücülerin hesabı bakidir, onların yaptıklarını ne unutur ne de affederim. amma velakin kimseyi de kul hakkıyla tehdid edecek değilim. hesabımız umumidir. benden yana hakları varsa helali hoş olsun. cümle ahaliden ricam da haklarını helal etmelidirler. kaldığım yerden mücadele devam etmezden önce aşk ile söyleyelim; vira bismillah!


Yorumlar

Mehmet Erken dedi ki…
ARA NOT: Kayıt belgeleriyle okulda olduğumuz gün ellerimizde sigara yoktu; zira o yazın ağustosunda, toplu bir kararla sigarayı bırakmıştık. Ama kayıt işlemleri bitip manzaraya indiğimizde, "lan burada sigara içmek lazım" demesi aklıma yapışmış Kemalin. Geçen birinden sigara istemiştik, 3 kişi samsun 216ya dönüp, sigaraya tekrar başlamıştık :)
Adsız dedi ki…
islâm'ın, islâmcılığın, belki de olmayan islâmi gençliğin içinde olan birinin hikâyesini okumak sandığımdan daha fazla sarstı beni. belki de onlardan gördüğümüz küsmeyi, sonrasında bizlerin küsmesini unutup yolumuza bakmamızdan kaynaklanıyor bu sarsılma. o kadar büyük bir yanılma ve hayal kırıklığı ki bu, unutmuş gibi yapmak, çinli kız'daki gibi hücre evine kapandığımızı ve başaramadığımızı düşünmek kolayımıza geldi ki gelmeli de. benim, sizin, onun, muhsin mahmelbaf'ın, hepimizin yaşadığı hüzün aynıydı galiba. üç beş arkadaş toplanıp iç çekilen akşamlara döndü her şey, bir anda her şey patladı sanki. 'seni bir bomba gibi taşımak bu göğüste.' deyip heyecanla girerken meydanlara, meydanlar arasındaki görünmez o duvarı fark etmek acı. üniversite bahçelerinde, amfilerinde okunan şeriatilerde gördük sonra o duvarı, sahi niyeydi o mustazaf ayrımı? evet, eleştirilebilir çok yanı var ama bahoz'daki bir sahne dramımızdı gerçekten: uzaktaki zulmü görüyorsunuz da yanınızdakini neden görmüyorsunuz? böyle böyle kırılmalarla, tartışmalarla, lgbt var diye eylemlere rest çekmelerle işte o akşamlarda kalan üç beş arkadaş olduk. 'arkadaşıma dokunma'da varken 'partime dokunma' da karşı propaganda yapan kişilere baktık. 'iyi de bizimkiler bunlar!' işte o zaman 'düşman bunu bilsin biz adam olmazıh.' diye kırık türkçelerle söylenen marşlara eşlik etmek gelmez oldu içimizden. velhasılı kelam islâmcılık kaldı mı, bitti mi, islâmi gençlik niye başaramadı soruları içinde boğulup kaldık. aslında kalmadık da kalanları gördükçe 'özeleştiri verenler olarak heval' derin bir iç çekiyoruz. bir colemêrg duasıyla yolunuz açık olsun. http://www.youtube.com/watch?v=Cuw5oYaaqgg
hanzalan dedi ki…
iyi hoş yazmışın da adınızı da bileydik..
Adsız dedi ki…
tuğba. hesabım yok da. :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

felahçilar*

Aralık