Tarihe Tanıklığım
Lisedeyken epey hayıflanırdım, 68'i yaşayamamak, 78'e yetişememek, 90'ları ucundan yakalasak da akıl baliğ tanığı, faili olamamaklığıma. Maçın en heyecanlı yerini kaçırmak gibi bir hissiyat, gençlik işte. O zamanın anlamasız liberal ortamı, depolitik gündemi böyle hissetirirdi, memleket kapitalizme teslim olmuş, süt liman gibiydi. İşte AB'ye gircektik, laylaylom, Irak savaşı kopmasa hiç kıpırtı yok gibiydi. Sonra ne oldu bilmiyorum, uyandığımda bir gaz bulutunun içindeydik, gözümü açamıyordum.
Ahmet Necdet Sezer bir eli belinde, koltuğuna kaykılmış kapatma kararını okurken hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum. Elime ne geçerse kırıp dökmek istemiştim. İslamcılık devri bitmiş, perde kapanmıştı. Bizim için de öyle oldu. AKP kuruldu, İslamcılık neoliberalizme eklemlendi, düzenle bütünleşti, amorf bir faşizme dönüştü. Sekiz yıl sonra Kürdistan'a ilk ayak bastığım gün bu defa Demokratik Toplum Partisi kapatılıyordu, gaz bulutunun içindeydim.
Kaçırdığıma hayıflandığım aksiyonun şimdi tam ortasındayım. HDP'li vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırmaya yönelik anayasa değişikliği komisyondan geçti. Mehmet Ali Aslan Hz. Yusuf'un sünnetinden bahsetti, Baydemir diz çökmeyeceğiz dedi, Mithat Sancar halkın vicdanına sığındı ve tiyatroya figüran olmamaktan bahsetti. Tarih tekerrür etti. Kürt siyaseti tekrar legal alanın dışına süpürüldü. Biz kötülüğü kafirlerden, onlardan bilirdik, şimdi failler çok tanıdık. Onlara ne demeli bilmiyorum ama amentümüzün baki olmadığı hakikat.
Yaşayan, capcanlı bir tarihe tanıklık etmek çok garip. İnsanın damarlarında kan değil alev akıyor sanki. Yıllarca "biz"den olmadıklarına tedris edildiklerimiz, amel ve kelam ettiklerinde bana böyle hissettiren nedir? Kalbiyle fehm edip, aklıyla hisseden birini tahrik ve teşvik eden bu neyin tehessüsüdür?Ağır bir yük. Onurlu bir yanı da var. Ama mesuliyeti büyük, sınandıklarımız ciddi. Zor zamanlardayız hülasa. Hakikatin bulanıklaştığı, vicdanın yok olduğu, adaleti teslim etmenin neredeyse imkansız hale geldiği bir tuhaflık çağındayız. İnandığımız ne varsa tuzla buz, inanmadığımız ne varsa dimdik yanı başımızda. Yapıları söktükte yeni setler, duvarlar dikilmekte karşımıza.
İmam-hatip liseleri kapatıldığında, akit gazetesi yasaya destek veren vekillerin listesini yayınlamıştı. Peder gaste almazdı ama o nüshayı alıp salonun duvarına asmıştı. İsimlerini okur okur bilenirdim, hıncım bakidir. Bu gün o imamhatipli vekiller ellerini kaldırdılar ve yaftayı geçirdiler irademize. Onların yanında diğerleri. Yarın gazetemiz onların adını basacak sıra sıra, biz hıncımızı bilemeye devam edeceğiz. Payımıza düşen budur.
Ulrike Meinhof'un hatıratını okurken, Alman sosyal demokratlara bitmeyen hıncına anlam veremez, tuhaf bulurdum. Bana göre faşizme bir bariyer, stepne gibiydi. Ulrike ise neredeyse Nazilerden fazla hınç duyuyordu onlardan. CHP'nin dokunulmazlıklara "yetmez ama evet" derken dolaylı bir rejim değişikliğinin önünü, memleketin bekası, Kürtlerin def'i içün açtığı hakikati sosyal demokratlığın harbi işlevinin resmi. Köklü değişim değil, son tahlilde rejimin bekası. CHP sosyal demokrat bile değil tabii. Ama Ulrike haklı. Onlar Stammheim'de infaz edildiğinde, Almanya'da Schmidt iktidardaydı. Şimdi burada da yağlı urganı HDP'lilerin boynuna geçiren gene onlar. Sahibinin sesi.
İslam inqilabının marşlarıyla büyüyen çocuklar iken, şimdi geldiğimiz yer çok acı. Ama salim ve hak olanın adını ille böyle koymak lazım olmadığını artık idrak etmiş durumdayız. Türkiye artık ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta tarihsel bir rövanş adına buz gibi bir faşizm, vahşi bir sanayi sonrası kapitalizmi inşa etmiş sağ iktidar, diğer yanda kapitalist moderniteye kafa tutan onurlu bir halk, etrafında öbeklenmiş üç-beş insan. 14 yılda günahlarından çok şey öğrendik AKP'nin. Devrim olmak varken devlet olmanın neye mal olduğunu, zafer arzusunun insanı ne kadar alçaltabileceğini çok acı ama çok hakiki bir şekilde tecrübe ve tedris etmiş bulunuyoruz. Biz kaybetmeyi, tutunmamayı, meskun olmamayı tercih ettik. Hicrette, seferde, ribatta karar kıldık.
Selam olsun tamahsızlara, minnetsiz asilere...
Selam olsun Hz. Yusuf sünnetinin taliplerine...
Ahmet Necdet Sezer bir eli belinde, koltuğuna kaykılmış kapatma kararını okurken hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum. Elime ne geçerse kırıp dökmek istemiştim. İslamcılık devri bitmiş, perde kapanmıştı. Bizim için de öyle oldu. AKP kuruldu, İslamcılık neoliberalizme eklemlendi, düzenle bütünleşti, amorf bir faşizme dönüştü. Sekiz yıl sonra Kürdistan'a ilk ayak bastığım gün bu defa Demokratik Toplum Partisi kapatılıyordu, gaz bulutunun içindeydim.
Kaçırdığıma hayıflandığım aksiyonun şimdi tam ortasındayım. HDP'li vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırmaya yönelik anayasa değişikliği komisyondan geçti. Mehmet Ali Aslan Hz. Yusuf'un sünnetinden bahsetti, Baydemir diz çökmeyeceğiz dedi, Mithat Sancar halkın vicdanına sığındı ve tiyatroya figüran olmamaktan bahsetti. Tarih tekerrür etti. Kürt siyaseti tekrar legal alanın dışına süpürüldü. Biz kötülüğü kafirlerden, onlardan bilirdik, şimdi failler çok tanıdık. Onlara ne demeli bilmiyorum ama amentümüzün baki olmadığı hakikat.
Yaşayan, capcanlı bir tarihe tanıklık etmek çok garip. İnsanın damarlarında kan değil alev akıyor sanki. Yıllarca "biz"den olmadıklarına tedris edildiklerimiz, amel ve kelam ettiklerinde bana böyle hissettiren nedir? Kalbiyle fehm edip, aklıyla hisseden birini tahrik ve teşvik eden bu neyin tehessüsüdür?Ağır bir yük. Onurlu bir yanı da var. Ama mesuliyeti büyük, sınandıklarımız ciddi. Zor zamanlardayız hülasa. Hakikatin bulanıklaştığı, vicdanın yok olduğu, adaleti teslim etmenin neredeyse imkansız hale geldiği bir tuhaflık çağındayız. İnandığımız ne varsa tuzla buz, inanmadığımız ne varsa dimdik yanı başımızda. Yapıları söktükte yeni setler, duvarlar dikilmekte karşımıza.
İmam-hatip liseleri kapatıldığında, akit gazetesi yasaya destek veren vekillerin listesini yayınlamıştı. Peder gaste almazdı ama o nüshayı alıp salonun duvarına asmıştı. İsimlerini okur okur bilenirdim, hıncım bakidir. Bu gün o imamhatipli vekiller ellerini kaldırdılar ve yaftayı geçirdiler irademize. Onların yanında diğerleri. Yarın gazetemiz onların adını basacak sıra sıra, biz hıncımızı bilemeye devam edeceğiz. Payımıza düşen budur.
Ulrike Meinhof'un hatıratını okurken, Alman sosyal demokratlara bitmeyen hıncına anlam veremez, tuhaf bulurdum. Bana göre faşizme bir bariyer, stepne gibiydi. Ulrike ise neredeyse Nazilerden fazla hınç duyuyordu onlardan. CHP'nin dokunulmazlıklara "yetmez ama evet" derken dolaylı bir rejim değişikliğinin önünü, memleketin bekası, Kürtlerin def'i içün açtığı hakikati sosyal demokratlığın harbi işlevinin resmi. Köklü değişim değil, son tahlilde rejimin bekası. CHP sosyal demokrat bile değil tabii. Ama Ulrike haklı. Onlar Stammheim'de infaz edildiğinde, Almanya'da Schmidt iktidardaydı. Şimdi burada da yağlı urganı HDP'lilerin boynuna geçiren gene onlar. Sahibinin sesi.
İslam inqilabının marşlarıyla büyüyen çocuklar iken, şimdi geldiğimiz yer çok acı. Ama salim ve hak olanın adını ille böyle koymak lazım olmadığını artık idrak etmiş durumdayız. Türkiye artık ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta tarihsel bir rövanş adına buz gibi bir faşizm, vahşi bir sanayi sonrası kapitalizmi inşa etmiş sağ iktidar, diğer yanda kapitalist moderniteye kafa tutan onurlu bir halk, etrafında öbeklenmiş üç-beş insan. 14 yılda günahlarından çok şey öğrendik AKP'nin. Devrim olmak varken devlet olmanın neye mal olduğunu, zafer arzusunun insanı ne kadar alçaltabileceğini çok acı ama çok hakiki bir şekilde tecrübe ve tedris etmiş bulunuyoruz. Biz kaybetmeyi, tutunmamayı, meskun olmamayı tercih ettik. Hicrette, seferde, ribatta karar kıldık.
Selam olsun tamahsızlara, minnetsiz asilere...
Selam olsun Hz. Yusuf sünnetinin taliplerine...
Yorumlar
Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var.
Dostlar ki bir kerre bile selâmlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar
kanlarına susamışım.
Benim kuvvetim :
bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
ilmimde muamma değildirler.
Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
büyük kavgada
açık ve endişesiz
girdim safıma.