Tekerrür

30x400 cm, aydınger üzerine inkjet baskı

Tekrar sorusu üzerine bir üretim gerçekleştirmek için bir gece mühletim vardı. O saatte mevcut akıllı telefonumun kamerasıyla birşeyler çekmenin pratik zorluğunu göz önüne alınca kendi arşivimden imajlara yönelmeye karar verdim. İmal etmek yerine, mamul imajlarım arasında araştırmaya karar verdim, gündelik hayatımda tekrar edenleri.

Yaklaşık iki yıldır, akıllı telefonumun kamerasıyla gündelik yaşamımı, anı ve izlenimlerimi belgelemeye çalışıyorum. Bu cihazı da bu sebeple satın almıştım. Telefonumu şarj etmek için USB kablosuyla bilgisayarıma bağladığımda, hafızasındaki fotoğrafları otomatik olarak bilgisayarımdaki fotoğraf görüntüleme yazılımının belleğiyle eşliyor. Böylece görsel hafızam, zaman ve mekanlarla iğnelenmiş bir şekilde farklı tasniflere açık, muntazam bir istif halini alıyor. Bu istif içerisinde yaklaşık son iki yılımın görsel hülasasını görüntülemek oldukça zorlayıcı bir deneyim oldu. Belki yaşadıklarımızın, belki de imajların özgül ağırlığından ötürü.

Arşivimde tekrar eden imajları kabaca üç grupta toplamam mümkün. Birinci kategoride bambaşka an ve bağlamlarda çekilmiş portreler mevcut. Bunlar ekseriyetle dostlarımın fotoğrafları. İkinci grupta ışık, kompozisyon ve teknik açıdan oldukça farklılık arz eden bir gıda pornografisinin imajları var, ki bunları sunmak ve sergilemekten imtina ederim. Sonuncu kategoride ise, İstanbul’da olduğum müddetçe her Cumartesi gitmeyi ihmal etmediğim, dolayısıyla benim için bir tür zamansal ve coğrafi imlece dönüşen Cumartesi Anneleri’nin hakikat ve adalet nöbetlerinde çektiğim fotoğraflar bulunuyor.
Cumartesi Anneleri hem bir mekanı, yani artık Cumartesi meydanı adını alan Galatasaray Meydanı’nı, -ki tam o noktayı tariflemek için kullandığımız Yapı Kredi Kültür Merkezi binasının da Beyoğlu’ndaki rantsal dönüşüm neticesinde inşaata dönüştüğü bu fotoğraflardan takip edilebiliyor- hem de bir zamanı, yani her haftanın Cumartesi gününü, hem de bir eylemi bir tanıklık performansını işaret ediyor. Katıldığım sürece, çektiğim fotoğraflar da kabaca ikiye ayrılabilir. Eğer ucu ucuna yetişmişsem, genelde kalabalığın arkasında yer aldığımdan eylemcilerin ve anaların tuttukları fotoğrafların arka yüzleri, yani beyaz birer dikdörtgen boşluğun, onları görüntüleyen gazeteci, fotomuhabir ve yayalara ve İstiklal Caddesi’nin giderek aynileşen, tekrar eden vitrinlerine dönük oluyor objektifim. Bu karşı açı, giderek fotografik birer nesneye, adeta bir tür sol-pop ikona dönüşme riskini bünyesinde barındıran bir aksiyona müdahiliyet içeriyor. Kamerama dönük beyaz boşluklar, PVC ile kaplanarak mukavim hale getirilmiş. A3 ebadındaki kayıp fotoğrafları, rüzgarın mukavemetine göre bir açı alarak kimi zaman caddeye düşen güneş huzmelerini çoğaltıyor, kimi zaman üzerine düşen yağmur damlaları ve hatta kar tanelerini birbirine karıştırarak minik akıntılara dönüştürüyor. Fotograf baskılarının PVC kaplamaları üzerinde, her hafta aynı kararlıkla onları tutan ellerin izleri var. Gözümüzle görmek güç olsa da birbirinin üzerine düşüyor, iç içe geçerek bir hakikat ve adalet mücadelesinin izine, tanıklığın görünmeyen ama mevcut olan bir şahidine dönüşüyorlar.  Bu imajlar benim de tanıklığımı ve her hafta tekrar ettiğim amelimi; aynı zamanda giderek aidiyetimi yitirdiğim bu şehirde aramda kalan tek hakiki rabıtayı, yeni bir başlangıca nirengi noktasını ve hakiki, iradi, hasbi bir bakışı tasvir ediyor.

Cumartesi Annelerine dair arşivimden bulup çıkarttığım ikinci grup imajlar ise genelde alana daha erken gidip gazeteciler arasında bir gözlük yer bulabildiğim veya anaların kaybedilmiş yakınlarının ya da o hafta öne çıkan kayıp hikayesinin tazyikiyle kendimi tutamayıp arka saftan kalabalığın karşısına geçerek manzarayı belgelemeye ve sonunda genellikle sosyal hesabımda yayımlamaya çalıştığım imajlardan oluşuyor. Bu imajlarda tekrar eden iki unsur var. Mevsimlere bağlı olarak değişen ışık ve hava koşullarına göre kimi zaman yazlık, kimi zaman kışlık esvapları içerisinde hakikat ve adalet nöbetçileri ve ellerinde tuttukları devlet şiddetiyle kaybedilenlerin, yitip gidenlerin, katledilen insanların fotoğrafları. Fotografları tutan bu insanlar, tekrar eden toplumsal bir vakanın tanığı olmanın yanında onu takdim de ediyorlar. Şahit oldukları kadar sergiliyor, kollektif bir tecrübeye de davet ediyorlar. Yüzlerinde mahzun ama mağrur, kararlı ve kederli bir ifade oluyor kimi zaman. Anaların gözünde bazen yaş oluyor bazen nefesleri daralıyor, sesleri çıkmıyor, konuşmaları uzun boşluklarla bölünen bir mors dizgesinin kesik tıkırtısına dönüşüyor. Onların ellerinde kimi renkli, kimi monokrom fotoğraflarda TC rejiminin imal ettiği baskı ve şiddet politikalarının kurbanları tekrar ediyor.

Devlet şiddetinin kurbanları tekrar eden bu dikdörtgen fotoğraf baskılarda adeta bize, yoldan geçenlere, haber seyircilerine, objektifin ardından bakanlara –karşı- bakmaya başlıyorlar. Fotograflar, onların bize baktığı birer çerçeveye, adeta pencereye dönüşüyor. Bakışlar ve karşı bakışlar tekrar ediyor. Grupladığım bu fotoğrafların prova baskılarıyla çeşitli sıralama ve sergileme denemelerinin ardından onları duvara asmak yerine, akordeon şeklinde katlanmış, dikdörtgen bir albüm içerisinde, seyircinin eline alarak açacağı, açarken katlarım ve imajların birbirinin peşi sıra gelerek birbirine bakacağı, ardışık basılmış albümün adeta bir film şeridine dönüşeceği bir defter formatında takdim etmeye karar verdim. Böylece açı ve karşı açılar defter katlı ve kapalı haldeyken dijital arşivimdeki gibi muntazaman istifliyken seyircisi onu açıp baktıkça katmanlar birbirine bakacak birbirinin tekrar olan kayıplar, kayıp yakınları, gazeteciler, yayalar seyirciyle birlikte birbirlerine bakacaklar. Bakışların bu içiçe geçen tekrarında devlet şiddetinin tanıklığı sonsuz biçimde tekrar edecek. Bu bitmeyen tekerrüre karşın tanıklık edenleri çoğaltacak ve kaybedilenler bakışlarda canlanacaklar.


Albüm bir gazete hissiyatı oluşturmak maksadiyle 80 gr. aydınger kağıda, kesintisiz bir tabaka halinde ozalitte inkjet basıldı. A3 ebadında, yani Cumartesi insanlarının taşıdığı fotoğraflarla aynı ölçüde, imajlardan oluşan, kırılgan ve yarı saydam bir yüzeyde, makinanın bozuk ayarlarından ötürü oldukça koyu bir baskı elde edildi. Bu haliyle albüm, kağıdın opasitesinden ötürü iki yüzüyle de bakılabilen, her yüzeyi farklı bir patinaya sahip, açıldığında poster olarak da sergilenebilen, seyircilerin parmak izlerini üzerinde barındıran bir parşömene dönüştü.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum