Kayıtlar

Temmuz, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

sefer vakti

Resim
2007. daha tıfılız, lise yeni bitmiş, YADYOK'ta sürünüyoruz. işte bi yandan entegrasyon, bi yandan MAFM'yi tırmalıyoruz. hiç unutmam reha erdem söyleşisi vardı, daha böyle diz kırıp merdivenlere çömüp festival entelliğine yeni alışıyoz (ayıptır yerde oturulur mu hiç!) telefon da arızalı tamirde, zati alalı 6 ay olmuş kullanmaya bile alışamamışım. meğerse biletim alınmış o akşam yolcuymuşum ama bunu bana 5-6 saat kala haber verdikleri için ufak çaplı bi OHAL olmuş, okulda tanıdık tanımadık herkes aranmış. hatta akşam da semih abi'nin sete gittiydim ordan. "yumurta"nın ilk sahneleri çekiliyor, galatasaray'da, sahafta. orda işte eve bi kontörlüden telefon ettim, izin alayım diye. meğerse aranıyormuşuz. hasılı kelam apar topar bavulu topladık ertesi gün. böylelikle İHH namına ilk seferimiz 2007 ramazanında Bangladeş'e gerçekleşmiş oldu. sonrası uzun; kongo, brezilya, arnavutluk, makedonya, kosova, azerbaycan, doğu timor vs. derken yine, yeniden 2011 ramazanınd...

imkansızın mümkünatı

insan evladının ütopya fikriyle mazisi bayağı uzun. ama bizde bu hikaye biraz karışık olduğundan o taraklara çok dalmayacam. esas meselem "imkan" fikriyle ilgili. iyi kötü kaza, kader gündemi olan bir toplumda, 'imkan'ın sınırı, 'mümkün'ün başlangıcı ve bitişi nasıl çizilir, neyle belirlenir? siyasal muhalefet ve mukavemet fikriyatının temel dayanaklarından mevcudun çekilmezliğininden tahakkümünden, esaretinden kurtuluş 'başka'lığın imkan ve ihtimaliyle son derecede alakalıdır. öte yandan imkanın ihtimali her zaman o kadar mücessem, parlak ve seçilir olmayabiliyor. işte o noktada modern anlamdaki ütopya fikrini devreye sokabiliriz. 'imkan' meselesi imanla yakından ilgili. zira 'imkan'ın mekanı ancak inanarak varolabiliyor. hal böyleyken mümküne inanmak bir bakıma bir hakikati inanarak var etmek olarak da düşünebilir. peki her imkansız imanla mümkün olabilir mi, bir diğer ifadeyle imkansızın mümkünatı inanmakla mı? burası biraz muamma. z...

SAVRŠENI KRUG

Resim
90'ları seviyoz ya, biraz da azim dağıtım'ın getirdiği filmler falandır. bosna savaşıdır, toplanan kumbaralar, daha boku çıkmamış kermesler felan. ademir kenoviç'in "kusursuz çember"i herhalde "snijeg"e kadar seyrettiğim en iyi bosna filmiydi, savaşa dair. o zamanlar kötü bir türkçe dublajla seyrettiysek hemen savaş sonrasının harap, perişan ve inanılmaz melankolik saraybosnasının peyzajları yetmedeydi. avdoimsirovic kardeş tamamını yüklemiş, altyazılı versiyonları da mevcut ama ben bunu sevdim. boşnakçamızı da ilerletiriz hem. sarajevo ljubavi mova* diyelim öyleyse. *saraybosna sevgilim

egemen bakış

yani tam da böyle bi bakış olsa gerek baya bombastik. tabi bu üretim araçlarını inanılmaz fetişize eden, kafayı da üretimle bozan sovyetik marksizmin fantezilerinden olsa gerek. maşallah kim yoldaş hepsini de yerinde inceliyor, elliyor, ama ille de bir süzüyor. artık onama mı dersin, biat mı Allah ne verdiyse. lakin bombastik bir ritüel olduğu kesin. http://kimjongillookingatthings.tumblr.com/

ahmet ogut

Resim
ahmet ogut , a photo by orta format on Flickr. MODERN DENEMELER 1 AHMET ÖĞÜT YOKUŞ BOYUNCA (2008) 16 HAZİRAN – 1 EKİM, 2011 Modern Denemeler serisinin birinci denemesi, Ahmet Öğüt’ün ilk olarak 2008’de, Barselona’daki Centre d’Art Santa Mònica’da gerçekleştirdiği Yokuş Boyunca [Across the Slope] adlı enstalasyon olacak. Enstalasyon, mekânda oluşturulmuş bir yokuşta takılı kalmış modifiye bir otomobilden meydana geliyor. 1970’lerin ortasından itibaren masum ve mütevazı orta sınıf hayallerini süsleyen Mirafiori, Türkiye’de Tofaş tarafından Murat 131 olarak üretilirken, İspanya’da Seat markası altında piyasaya çıkmıştı. Ayrıca, Güneydoğu Asya, Güney Amerika ve Kuzey Afrika’da montajlanmıştı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde (SSCB) ise Lada bir benzerini yaptı. Motor ve tasarımı ithal, montajı yerel, bir dönemin klasik orta sınıf arabası Mirafiori, kaporta kültürünü işlemesi açısından da modernizm uygulamalarını çağrıştırmaktadır. 1950’lerin Amerikan arabalarının kasalarının uza...

neresindeyim?

Yeni Türkiye'nin neresindeyim? bu kesik dansın neresinde? çemberin içinde miyim, yoksa tam ortasında mı? hakkaten felah var mı bu yeni nizamda, yoksa eskinin basit bir yeniden-üretimi mi sözkonusu olan. taşlar yeniden karıladursun, her 'yükseliş' dönemınde olduğu gibi, çürümenin, erimenin, çıkışsızlığın ve tıkanmanın hikayesi bize kalan. sanırsam bu epik şizofreniden sığınacak bir hira'mız da yok. geriye hikayemizi terennüm etmekten maada çare kalmıyor. inşallah, pek yakında bir zamanda; "Senin Hikayen" ... edit, 10Ağustos 2016: beş yıl önceki bu prologun ardından aynı soruyu kendime tekrar sorarken buldum kendimi 15 Temmuz'dan sonra, bu kez gerçekten kurulan ve kökten bir şekilde, köklü bir kopuşun eşiğinde hakikaten Yeni bir Türkiye. girmediğim hiçbir istihdam ilişkisi, rabt ve zapt olunmadığım herhangi bir iktisadi bağ, ailevi, sosyal, kültürel her türden bağımlılığın dışında, aidiyetlerin ötesinde ve zaten doğup büyüdüğ...

.

Resim
. , a photo by orta format on Flickr.

.

Resim
. , a photo by orta format on Flickr.

seferi değil sonucu düşünmek: islamcı rasyonalizmin yükselişi

birkaç gündür, cenazeydi, taziyeydi, ev ziyaretiydi, 16 temmuz'du derken bi ufak islamcı gündem turu yapma, bolca muhabbet dinleme, iç geçirme, biraz da düşünme imkanım oldu. temel olarak şöyle bir durum var sanki. islami hareketi üç kuşağa ayırırsak, bugün muktedirleri temsil eden, ağırlıkla 80'lerde yetişen 2. dalga, yürüttüğü tartışmalar, meselesini güttüğü mevzular itibariyle islamcı siyaseti görece daha rasyonel, 'entelektüel', ekonomi/sosyo-politik yerlerden okudular, konuştular tartıştılar. bu temayül bugün, 90'larda yetişen, 28 Şubat'ı üniversitelerde deneyimleyen kuşakla beraber zirveleşti, Fethullah Gülen taifesi bu rasyoneli daha protestan bombastik bir yere taşıdı. sefere değil sonuca, hatice'ye değil neticeye bakan bir tür müslüman mentalitenin kronolojisi kabaca böyle denebilir. bu haticenin içeriği de işte şeriat; tesettür, faiz, imamhatip felan yani. 80' sonrasında pıtrak gibi 'düşünce' dergilerinin çoğalışı, özalizmin kaymağını y...

Rwanda (33)

Resim
Rwanda (33) , a photo by orta format on Flickr. fotograf Kigali, Rwanda'da çekildi. Afrika'da radyo kültürü halen hakim durumda. Özellikle iç kıtada, bilhassa Batı'da ve Sahra'da yaygın. radyo salt enformasyon ve eğlence amaçlı değil, çatışma dönemlerinde politik mobilizasyon ve kimi zaman kitle imha aracı olarak da kullanımda. 94'te Rwanda soykırımı, işte bu radyolardan birinden yapılan yayınlarla başlamıştı. Tutsi halkının uzun boylu endamına referansla, "uzun ağaçları kesin!" parolasını telaffuz eden programcılar palalar ve machetalarla silahlanmış Hutsileri bu imhaya davet ettiler...

Une Femme a Zanzibar

Resim
Zanzibar (22) , a photo by orta format on Flickr. tabii oryantalizm sını tanımıyor her zamanki gibi. beklediğimden iyi çıktı bu fotoğraf. ablanın görkemli tesettürünü görünce NG damarım kabardı. makinanın hiç vizörünü açmadan, ezberden bi diyafram koyup, göz kararı netleyip asıldım deklanşöre. acaba net çıktı mı, iyi pozlandı mı tedirginliğiyle kurma kolunu çevirirken böyle bir sonuç beklemiyordum açıkçası. kısmet yani...

bir ayrılık

Nader & Simin: A Separation from Memento Films International on Vimeo . evvelce bahsettiydik, asghar abimizin dev filmi. valla kısmetmiş, kıtadan erken dönünce vizyonuna yetişiverdik. atladık gittik beyoğlu sinemasına. bi çıktık ki aptal olmuşuz. hakkaten film yapmış asghar farhadi. bi kere çok net bir hikaye var ortada tipik bir ilişki, boşanma, aile dramı olabilecek bir metin. ama olmuyor mesela. ince ince, satır satır, düşünmüş asghar abi. babayla oğulun, gelinle kayınpederin, anayla kızın gerilimleri. hepsinde ayrı ayrı mevzular var. orta sınıflığın ahlaksızlığı, proleterliğin tutunma salvoları, şeriatın kestiği parmaklar falan. tüm bu gerilimleri bütünlüklü ve demokratik bir tabloda resmetmeyi başarıyor film. oyunculuklar iyi çalışılmış. leyla abla zaten iyi peyman moadi altta kalmıyor, o rasyonel, muktedir kafayı çok iyi yansıtıyor. sareh bayat abla, biraz yenge kontenjanından herhalde. zira bakıcı kadın için fazla ciks kaçmış, ama o da rolünün hakkını veriyor. özellikle mü...