imkansızın mümkünatı
insan evladının ütopya fikriyle mazisi bayağı uzun. ama bizde bu hikaye biraz karışık olduğundan o taraklara çok dalmayacam. esas meselem "imkan" fikriyle ilgili.
iyi kötü kaza, kader gündemi olan bir toplumda, 'imkan'ın sınırı, 'mümkün'ün başlangıcı ve bitişi nasıl çizilir, neyle belirlenir?
siyasal muhalefet ve mukavemet fikriyatının temel dayanaklarından mevcudun çekilmezliğininden tahakkümünden, esaretinden kurtuluş 'başka'lığın imkan ve ihtimaliyle son derecede alakalıdır. öte yandan imkanın ihtimali her zaman o kadar mücessem, parlak ve seçilir olmayabiliyor. işte o noktada modern anlamdaki ütopya fikrini devreye sokabiliriz.
'imkan' meselesi imanla yakından ilgili. zira 'imkan'ın mekanı ancak inanarak varolabiliyor. hal böyleyken mümküne inanmak bir bakıma bir hakikati inanarak var etmek olarak da düşünebilir.
peki her imkansız imanla mümkün olabilir mi, bir diğer ifadeyle imkansızın mümkünatı inanmakla mı?
burası biraz muamma. zira bir yandan da 'olmayacak duaya amin demek' diye bir durum var. meselenin itikadi perspektifini bir yana koya(bili)rsak hikayenin bir tür rasyonaliteyle ilgisi olduğu aşikar. dolasıyıyla gerçekçilik bir noktada imkanı tüketen, bir noktada imkansızı üreten bir pozisyonda.
benim burdan geleceğim yer, genel olarak 'imkansıza inanmak' eğilimiyle ilgili. tahmin edeceğiniz üzere bu arabesk bir temayı çağırıyor. kader'deki meşhur sahneyi hatırlarsak 'herkesin bu dünyada inandığı bir şey oluşu' biraz inanma pratiğinin fıtriliğiyle, bir yandan da imkansızın peşinde olmaya dair içsel temayülümüzle ilgili sanırsam.
işte bu imkan, mümkün ve imkansızın inanmak ilişkisi bana kalırsa burada düğümleniyor. bakalım, sanırım devamı gelecek...
iyi kötü kaza, kader gündemi olan bir toplumda, 'imkan'ın sınırı, 'mümkün'ün başlangıcı ve bitişi nasıl çizilir, neyle belirlenir?
siyasal muhalefet ve mukavemet fikriyatının temel dayanaklarından mevcudun çekilmezliğininden tahakkümünden, esaretinden kurtuluş 'başka'lığın imkan ve ihtimaliyle son derecede alakalıdır. öte yandan imkanın ihtimali her zaman o kadar mücessem, parlak ve seçilir olmayabiliyor. işte o noktada modern anlamdaki ütopya fikrini devreye sokabiliriz.
'imkan' meselesi imanla yakından ilgili. zira 'imkan'ın mekanı ancak inanarak varolabiliyor. hal böyleyken mümküne inanmak bir bakıma bir hakikati inanarak var etmek olarak da düşünebilir.
peki her imkansız imanla mümkün olabilir mi, bir diğer ifadeyle imkansızın mümkünatı inanmakla mı?
burası biraz muamma. zira bir yandan da 'olmayacak duaya amin demek' diye bir durum var. meselenin itikadi perspektifini bir yana koya(bili)rsak hikayenin bir tür rasyonaliteyle ilgisi olduğu aşikar. dolasıyıyla gerçekçilik bir noktada imkanı tüketen, bir noktada imkansızı üreten bir pozisyonda.
benim burdan geleceğim yer, genel olarak 'imkansıza inanmak' eğilimiyle ilgili. tahmin edeceğiniz üzere bu arabesk bir temayı çağırıyor. kader'deki meşhur sahneyi hatırlarsak 'herkesin bu dünyada inandığı bir şey oluşu' biraz inanma pratiğinin fıtriliğiyle, bir yandan da imkansızın peşinde olmaya dair içsel temayülümüzle ilgili sanırsam.
işte bu imkan, mümkün ve imkansızın inanmak ilişkisi bana kalırsa burada düğümleniyor. bakalım, sanırım devamı gelecek...
Yorumlar