seferi değil sonucu düşünmek: islamcı rasyonalizmin yükselişi

birkaç gündür, cenazeydi, taziyeydi, ev ziyaretiydi, 16 temmuz'du derken bi ufak islamcı gündem turu yapma, bolca muhabbet dinleme, iç geçirme, biraz da düşünme imkanım oldu.

temel olarak şöyle bir durum var sanki. islami hareketi üç kuşağa ayırırsak, bugün muktedirleri temsil eden, ağırlıkla 80'lerde yetişen 2. dalga, yürüttüğü tartışmalar, meselesini güttüğü mevzular itibariyle islamcı siyaseti görece daha rasyonel, 'entelektüel', ekonomi/sosyo-politik yerlerden okudular, konuştular tartıştılar. bu temayül bugün, 90'larda yetişen, 28 Şubat'ı üniversitelerde deneyimleyen kuşakla beraber zirveleşti, Fethullah Gülen taifesi bu rasyoneli daha protestan bombastik bir yere taşıdı. sefere değil sonuca, hatice'ye değil neticeye bakan bir tür müslüman mentalitenin kronolojisi kabaca böyle denebilir. bu haticenin içeriği de işte şeriat; tesettür, faiz, imamhatip felan yani.

80' sonrasında pıtrak gibi 'düşünce' dergilerinin çoğalışı, özalizmin kaymağını yemeyenlerin bilimum yayıncılık ve STKcılıkların erken örneklerine (mesela bkz: BSV, AKV, İSAV) evrilmeleri biraz bu rasyonel çözümleme ve düşünme eğiliminin tezahürleri gibi. radikalizmin açmazlarında tıkanan, ilk islamcı kuşağın (yani dinciliği Said Nursi'den, Süleyman Hilmi Tunahan'dan Necip Fazıl'dan falan öğrenen kabaca Erbakan kuşağından) farklı olarak daha kompleks, tabiri caizse 'advanced' tartışmaların öznesi olan (ve büyük ölçüde olamayan, olmaktan da kimi zaman kaçan, kaçınan) bu kuşak, dünya-tarihsel sistemdeki makro değişimlerin de dalgalanmalarını farklı bir okumayla göğüsledi diyebiliriz. bu yaklaşım da 90'lardaki 'sivil toplum tartışmalarıyla zirvelenen (bkz: Habitat 97' zirvesinceki 'muslim cocoon') bir izlekte Müslümanların meselesini, kaba bir özetle 'modernlik dışı' bir fikriyat, bir proje, bir yekun olmaya indirgeyen. temel çatışkıyı buradan kuran bir hat çizdiler.

tespit olarak yanlış ve yüzeysel olmamakla beraber bu hat, meseleyi kolayca bir ikiliğe indirgemesi ve tespiti bir 'yoksunluk' üzerinden kurması itibariyle problematik bir tutum idi.
türkiye tarihselliğinden kemalizmin İslamcıları tasfiye etmesine indirgeyebileceğimiz, Müslümanların iktidarsızlığı durumu, bugün AKP eliyle iktidar olan, muktedirleştikçe de kemalistleşen, son derecede kemalist patolojiler sergilen tuhaf, amorf, garabet bir islami hayat tarzını, adına İslamcı denemeyecek münasebetsiz bir fikri durumu ortaya çıkardı, denebilir.

bugün tayyip reisin (belediyeyken öyle derdik ona) bilhassa 2. dönemde şaha kaldırdığı, adeta Erbakanvari bir şekilde sıklıkla kullandığı ve fiili olarak da istismar ettiği İslamcı siyaset literatürü, bu amorfluğun fiili politikalarını maskeleyen, markeleyen ve buna dair muhalefeti de teskin eden bir işleve haiz. öte yandan bu popülist markaja karşın, eskinin İslamcı, yeni 'demokrat' (ve tarafçı abilerin övünmesiyle hemi de 'muhafakazar', dindar) kalantorlar bu işi habire dün okullara, devlet dairelerine, orduya alınmayan dışlanan horlanan halkımız edebiyatıyla, referandumdaki 'üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü' gibi süper aydınlanmacı (ulan sanki XVI. Louis'ye karşı savaşıyonuz!) teranelerle vurgulayıp durdukları merkez-periferi analizi, değişen Türkiye söylemi yine böyle bir analizden besleniyor.

Şerif Mardin'den itibaren, Türkiye'deki görece Kemalist olmayan İslamcılık çalışmalarında, genelgeçer bir analiz olan ve 90'larla birlikte İslamcı çevrelerde hızla kabul gören ve o zaman ilk İslamcı-Liberal yakınlaşmalarının tohumunu atan (öyle olmayaydı daha Yeni Şafak'ta Ali Bayramoğlu'nun yeri neydi felan, o Etyan Mahçupyanların'ların Nuray Mert'lerin habire kanalda boy gösterişi) bu benimseme yine böyle bir rasyonel indirgemecilikten, sığ bir analitik çözümlemeden kaynaklanıyor.

İslamcılığın böyle bir rasyonelizmi, analitikliği, belki bir tür ekonomik indirgemeceliği sıklıkla çağırdığı, bakın ne kadar da modernist bir ideoloji olduğu sağ-muhafakazar (kahrolsun İsmail Kara!) taifenin bildik bir teranesidir. Ve kesinlikle bir kısım, bir dönem İslamcılar için de doğru bir tespittir. bununla birlikte İslami hareketin başka pekçok tartışmalarının, gündeminin, meselelerinin olduğunu gözden kaçırmak yaygın bir eğilim. özellikle de bugünün hakim pozisyonunda bu adeta hafızasilici bir fenomen halinde.

'bak bunlar da var' diye amazonculuk yapacak değilim. ama bugün herkesin, herbikeşlerin bu kadar imanla iktidar yalayıcılığı, ankara şakşakçılığı, büyük türkiye borazancılığı yapıyor oluşu, bizim gibi üçbeş baldırı çıplağın bu durumu eleştirmek için tikimtonik, neredeyse ulusalcı-kemalist bir dile savruluşu, beni genel olarak Müslümanların, halkın, özeldeyse (of course 'eski') İslamcıların iktidar aygıtıyla ve buna dayanan siyaset biçimiyle ilişkilerinde, gördüğümüz resimden daha geniş 'bir bildikleri'nin olduğuna ikna ediyor.

demem o ki bu Türkiye sevdası, aslına çok bildik, bir o kadar da romantik bir tür İslamcılık tanımına dayanıyor. o da Karakoç'un yaptığı ve muhtemelen Akif'den alıntıladığı "kaybedilmiş kalelerin geri kazanımı" ile özetlenebilecek bir 'şeyden hafayı kaldırma' denemesidir. bu ibarenin şey'den bir kısım hafa'yı kaldırdığı, bir perde açtığı söylenebilir. ama ne yazık ki bugün önümüzdeki şey, ne perdeyle, ne gölgeyle kabil.

bambaşka bir akışın, esnekliğin, plastikiyetin tecrübesini deneyimlediğimiz mevcutta, İslamcılığın şimdiye dair sözü hala var mı, bu varoluş sözlü bir varoluş mu, bu söz nasıl bir 'söz'. bunlar muhtemel sualler. cevabına talib olanlar da şimdinin İslamcıları olacaklar. eğer...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum