ulrikem
liseliydim. hazirlik sinifi, beyoglu sinemasi diye bir yer var. boyle entel-dantel filmler gosteriyo, eurimages destekli, bizim de sinemaya adimimizi attigimiz mekandir yani. neyse o hikayeyi baska zaman gireriz uzatmayalim. bir filmden cikmisim, kalabalik akiyor istiklalde ama ben halep pasaji'nin esiginde oylece kalakalmisim. kulaklarim ugulduyor, basim zonkluyor, 'quo vadis?' falan diyorum.
'baader' christopher roth'un 2001 yapimi filmi, RAF'in kurulus ve ilk eylemlilik donemi uzerine, biraz da surreel bir tonda yapilmis bir calismaydi. evvelce valide'nin anlatilarindan ve onun bahsettigi, orgutun merkez kadrosunun tutsaklik ve yargi surecini anlatan, Reinhard Hauff'un 86' yapimi 'Stammheim' filminden duymustum 'Baader'i. fakat perdede hikayeye taniklik edince adeta buyulenmistim, tum o kurgusal tona ragmen. filmden sonra aylarca jenerik soundtracki olan can'in 'sing swan song'unu dinlediydim.
sonrasinda serde de alman(ca)cilik olunca inandik, arastirdik okuduk. metis'in bastigi 'kizil ordu fraksiyonu' bunlardan ilkiydi. o sirada baskaca da metin yoktu zaten. tabii almanca kaynaklardan da istifade ettik, goethe'nin kutuphanesinde ne var ne yok taradik, kitaplardaki 'wanted' posterlerini itinayla fotokopi cektirip odayi susledik.
baader'in serseriligi, lider kisiligi bir yana beni daha ziyade etkileyen hep ulrike'nin hikayesi oldu. mesele onun kadin kisiliginden ziyade karakter olarak donusumu, sinifsal basamaklari cikisi ve sonrasinda herseyi, kariyeri, sohreti, iki cocugu arkada birakip yeraltina inis hikayesiydi. bunun gibi onlarca hikaye var belki. ama iste ulrikeminki bir baskaydi, belki de benim ogrendigim ilk hikayelerden biri oldugu icin oyle.
dondugumden beri agora'dan cikan biyografisini okuyorum. bu epeyi kalinca, cok iyi arastirilarak yazilmis, savas sonrasi alman tarihini de iyi kapsayan saglam bir metin. versus'un bastigi biyografiye nazaran epey kisisel ve epeyi de siyasal/tarihsel detayi barindiriyor. tum bu genis perspektife ragmen de ulrike'nin hikayesini asla gozden kaybetmiyor insan. etkiliyor tabii, ne de olsa anlatilan az cok, senin, benim, bizim hikayemizdir.
ulrikemin hikayesi epeyi etkileyici ve ic burucu. onun orta siniflasma yolunda bir entelektuelden, yeraltian inisi ve trajik mucadele deneyimi adalet meselesindeki tarafima dair hep bir yol gosterici olmustur. ote yandan hikayenin alman siyasal tarihiyle paralel okumasi da bir o kadar can sikici, umitsizlige gark edici duzeyde. RAF'in mucadelesinde icine dustugu sistematik ihanet, devletin giristigi inanilmaz siddet, tum bunlara ragmen topladiklari genis sempati, SDP'nin yavsakca tavri (ah su kemalistler), DDR'nin anlamsiz otoriter cabalari, Stammheim surecinde gelistirilen akil almaz yonetisim teknolojileri epeyi garip durumlar. kitabi henuz bitirdigim su siralarda bilhassa bu Terorle Mucadele/ OHAL Kanunlari arkasindaki iktidar mantigi uzerine
epey kafa yormadayim.
ama cikardigim yegane sonuc nolursa olsun bu kutleye karsi bir pozisyon almanin elzemligi ve erdemliligine dairdir.
Yorumlar