Kasım fragmanları
I : Cuma
Genco'yla Şehir'deyiz. nasıl inandırmışsam kendimi panel dinliyoruz; nazan, bülent, ferhat, mesut, TTB'li doktor. kitle sol-liberal. makbul adımlar prototipi. kampüs umarsız. sorular genelde pasif. sıkılıp goygoya bağlıyoruz. okulun radikal gençlerinden, tipik bir müs-genç. feysbuktaki "ehli sünnet odunu" küfrüme bozulmuş. haliyle haklı. peygamber'e değil, götüyle anlayan çakma sünnetçilere sövdüğüm çok da anlaşılmıyor. daha doğrusu anlaşılmayan, neyin islam, neyin müslüman('ın ameli) olduğu. at izi, it izi.
derdimi anlatmaya çalışıyorum. Allah'ın dinini, yaşayanların pratiğinden nasıl ayırcaz diyorum? bu mala bakıp, buna kanar mısın diyorum? genç afallıyor, reddediyorum zannediyor. "müslüman'a yakışan" diyor, "müslümanca tavır bu değil". ben ona karar veremiyorum diyorum. ayırd edemiyorum. reel faza geçiyorum. anlatmaya çalışıyorum. hadi anlayacağı örnek diye suriye'yi veriyorum. sinirleniyor tabii. iran dipnotunu geçip devam ediyorum. akp-öso paralelitesinden bahsediyorum, "kafam karışıyor, kıllanıyorum" diyorum. "yemişim AKP'sini" diyor. "AKP'ye muhalefet etmek için sırf muhalefet" diyor. "sıkıysa ye!" diyorum. kendini reel olandan, yaşadığımızdan, bu umutsuz tablodan ayırıp nasıl inandırıyorsun diye soruyorum. "gaste, dergi okuma, internete bakma" diyor. ashab-ı kehf. fena fikir değil. hazırlıktan bir çocuk yanaşıyor, panel bitiminde. "ne anlatıyorlar?" diye soruyor bizim müs-genç. "kavramlarla konuşuyorlar" diye yanıtlıyor hazırlık yüzünü ekşiterek, "kavramlarla oynamaktan, kafa bulandırmaktan başka yaptıkları birşey yok" diyor. bizimkine dönüyorum. "mesela, " diyorum. "Kürt meselesi?" müdahiliyet, siyaset, radikallik, ehli sünnet. bir anda hepsi buhar oluyor. yüzü düşüyor. başını öne eğiyor. yüzü ilk defa güvenini kaybediyor.
II : Cumartesi
nasıl kendimi inandırıp sabahın köründe çıktım yola bilmiyorum. Genco'yla bi abinin tez savunmasından dönüyoruz. hayatımda en fazla onuncu görüşüm. tez fena değil. türkiye standartlarında fazla antropolojik. abinin sonradan öğrenme vaziyetine göre epey fenomenolojik hatta. hocalar yawşak, sağcı, pespaye, taşralı adamlar. s'sinden haberleri yok. dönüş yolundayız. araba boşalınca biz de uyanıyoruz. önde bizim hoca. Hoca'm. islamcı deyince akif emre ve babamla beraber saydığım üçüncü adam, idi. nasıl oluyorsa bi anda suriyeden kürt sorununa zıplıyoruz. "bu millete bıçak çeken..." diyor. klasik hipet devletçi tezlerini yineliyor. yeknesak, tarihsiz, indirgemeci ve iktidarmerkezli. islamcılığın felahını da iktidarda görüyor, kürtlerin belasını da. sonunda dayanamayıp "atom bombasını da atarsın" diyorum, "gerekirse atarım" diyor. film kopuyor. arka koltukta kala kalıyorum. Genco "o bıçak karşılıklı çekildi ama hoca" diyor. onu da harcıyor. ermenilerden alıyor, bağlıyor da bağlıyor. acımasız, umarsız, tarihsiz. çöküyorum. tarlabaşında atıyoruz kendimizi arabadan.
III : Pazar
gitmeyecektim. ama eşbaşkan kahvaltıya çağırıp muştulayınca, tabii ki yenemedim kendimi yine. içim pırpır ederek hiç caddeye çıkmadan iskenderpaşaya yürüdüm. eski halk pazarının, şimdi mahallenin biricik AVM'sinin arkasından çıktım ki robokoplar, siviller, ışıklarda telsizler. vatana adım attığım anda metronun önünde gazlar patladı. bulut.güvercinler yükseliverdi. saat 12:50. okmeydanı'ndan 20 dk. daha insaflılar. pazar mahmurluğu belki. yöneliş'e gittiğim yoldan, yıllardır uğramadığım sokaklardan tramvaya çıkayım dedim. güya yanaşmıycam. millet caddesine adım attığım anda önüme düştü taşlar. rampadan yukarı, gaz kovanları, taşlar, maskeler. yoldaki eğim kadrajı tele'leştiriyor. yüksekovahaberdeki resimler gibi. peşpeşe gazlar patlıyor. kaçışan analara bakıyorum. amcaların yüzlerine bakıyorum. konfeksiyon atölyelerinden çıkıp gelen, başörtülerinden perçemleri çıkan genç kızlara bakıyorum. bağrı açık, çelimsiz, erken çökmüş oğlanlara. hepsi 93' cizre newrozunun o videosundan çıkıp gelmiş gibiler. lastik ayakkabılarının çamuru duruyor sanki hala, öyle yüzler. göçder'de lice'li şakir amcanın "sen benim oğlum yaşımdasın" diyip jitemde nasıl hayalarını kaybettiğini anlatmaya başlaması gibi.
: Son
okula başladığımdan beri dertsiz tasasız bir Kasım hatırlamıyorum. ya dağlıca baskını oldu ya gazze kuşatması, ya KCK operasyonları ya açlık grevi, ya Habur krizi ya öteki. hep kahır, hep acı. ama ben yoruldum artık. Hoca'nın dediklerini ne ilk duyuşum, ne de son. beni çökertmesinin esas nedeni artık inancımı yitiriyor oluşum. Kürtlerin haklılığına inanırdım. hatta inanabildiğim yegane şeylerden biri. netliği olan. ondan bile şüpheliyim. belki devlet haklıdır diyorum, belki de Türkler. TÜRK. kendimi inandıramıyorum artık. müs-gençlinin anlayamadığı. kendime hakikatten bir evren kuramıyorum ben. varolanın içinde kayboluyorum. sinemacı yaşananların bir fotografını mı çeker? fotograf çekmeyi bırakalı nerdeyse bir sene oldu. yaşadığım şehir, hatırladığım yer değil. burada bir hatıram yok. kasım. gecenin 2si. sabah olduğu felan yok.
not: jean genet üzerine bi kitap okudum bugün. onun ve döneminin diğer aydınlarının filistin davasına inancını ve onlara yönelik şiddeti düşündüm. sora beşikçi ve selek'ten bu yana bizdeki vaziyeti. pınar selek benim için idol değil, ama hatıramda önemli bir figür. beni DGM'yle tanıştıran kadındır. yani Kürtler haklı olabilir mi? yani biz günah işlemiyoruzdur belki ha? şemdinlide düğün çıkışı ölen çocuğun kanında yoktur ha parmağımız?
Genco'yla Şehir'deyiz. nasıl inandırmışsam kendimi panel dinliyoruz; nazan, bülent, ferhat, mesut, TTB'li doktor. kitle sol-liberal. makbul adımlar prototipi. kampüs umarsız. sorular genelde pasif. sıkılıp goygoya bağlıyoruz. okulun radikal gençlerinden, tipik bir müs-genç. feysbuktaki "ehli sünnet odunu" küfrüme bozulmuş. haliyle haklı. peygamber'e değil, götüyle anlayan çakma sünnetçilere sövdüğüm çok da anlaşılmıyor. daha doğrusu anlaşılmayan, neyin islam, neyin müslüman('ın ameli) olduğu. at izi, it izi.
derdimi anlatmaya çalışıyorum. Allah'ın dinini, yaşayanların pratiğinden nasıl ayırcaz diyorum? bu mala bakıp, buna kanar mısın diyorum? genç afallıyor, reddediyorum zannediyor. "müslüman'a yakışan" diyor, "müslümanca tavır bu değil". ben ona karar veremiyorum diyorum. ayırd edemiyorum. reel faza geçiyorum. anlatmaya çalışıyorum. hadi anlayacağı örnek diye suriye'yi veriyorum. sinirleniyor tabii. iran dipnotunu geçip devam ediyorum. akp-öso paralelitesinden bahsediyorum, "kafam karışıyor, kıllanıyorum" diyorum. "yemişim AKP'sini" diyor. "AKP'ye muhalefet etmek için sırf muhalefet" diyor. "sıkıysa ye!" diyorum. kendini reel olandan, yaşadığımızdan, bu umutsuz tablodan ayırıp nasıl inandırıyorsun diye soruyorum. "gaste, dergi okuma, internete bakma" diyor. ashab-ı kehf. fena fikir değil. hazırlıktan bir çocuk yanaşıyor, panel bitiminde. "ne anlatıyorlar?" diye soruyor bizim müs-genç. "kavramlarla konuşuyorlar" diye yanıtlıyor hazırlık yüzünü ekşiterek, "kavramlarla oynamaktan, kafa bulandırmaktan başka yaptıkları birşey yok" diyor. bizimkine dönüyorum. "mesela, " diyorum. "Kürt meselesi?" müdahiliyet, siyaset, radikallik, ehli sünnet. bir anda hepsi buhar oluyor. yüzü düşüyor. başını öne eğiyor. yüzü ilk defa güvenini kaybediyor.
II : Cumartesi
nasıl kendimi inandırıp sabahın köründe çıktım yola bilmiyorum. Genco'yla bi abinin tez savunmasından dönüyoruz. hayatımda en fazla onuncu görüşüm. tez fena değil. türkiye standartlarında fazla antropolojik. abinin sonradan öğrenme vaziyetine göre epey fenomenolojik hatta. hocalar yawşak, sağcı, pespaye, taşralı adamlar. s'sinden haberleri yok. dönüş yolundayız. araba boşalınca biz de uyanıyoruz. önde bizim hoca. Hoca'm. islamcı deyince akif emre ve babamla beraber saydığım üçüncü adam, idi. nasıl oluyorsa bi anda suriyeden kürt sorununa zıplıyoruz. "bu millete bıçak çeken..." diyor. klasik hipet devletçi tezlerini yineliyor. yeknesak, tarihsiz, indirgemeci ve iktidarmerkezli. islamcılığın felahını da iktidarda görüyor, kürtlerin belasını da. sonunda dayanamayıp "atom bombasını da atarsın" diyorum, "gerekirse atarım" diyor. film kopuyor. arka koltukta kala kalıyorum. Genco "o bıçak karşılıklı çekildi ama hoca" diyor. onu da harcıyor. ermenilerden alıyor, bağlıyor da bağlıyor. acımasız, umarsız, tarihsiz. çöküyorum. tarlabaşında atıyoruz kendimizi arabadan.
III : Pazar
gitmeyecektim. ama eşbaşkan kahvaltıya çağırıp muştulayınca, tabii ki yenemedim kendimi yine. içim pırpır ederek hiç caddeye çıkmadan iskenderpaşaya yürüdüm. eski halk pazarının, şimdi mahallenin biricik AVM'sinin arkasından çıktım ki robokoplar, siviller, ışıklarda telsizler. vatana adım attığım anda metronun önünde gazlar patladı. bulut.güvercinler yükseliverdi. saat 12:50. okmeydanı'ndan 20 dk. daha insaflılar. pazar mahmurluğu belki. yöneliş'e gittiğim yoldan, yıllardır uğramadığım sokaklardan tramvaya çıkayım dedim. güya yanaşmıycam. millet caddesine adım attığım anda önüme düştü taşlar. rampadan yukarı, gaz kovanları, taşlar, maskeler. yoldaki eğim kadrajı tele'leştiriyor. yüksekovahaberdeki resimler gibi. peşpeşe gazlar patlıyor. kaçışan analara bakıyorum. amcaların yüzlerine bakıyorum. konfeksiyon atölyelerinden çıkıp gelen, başörtülerinden perçemleri çıkan genç kızlara bakıyorum. bağrı açık, çelimsiz, erken çökmüş oğlanlara. hepsi 93' cizre newrozunun o videosundan çıkıp gelmiş gibiler. lastik ayakkabılarının çamuru duruyor sanki hala, öyle yüzler. göçder'de lice'li şakir amcanın "sen benim oğlum yaşımdasın" diyip jitemde nasıl hayalarını kaybettiğini anlatmaya başlaması gibi.
: Son
okula başladığımdan beri dertsiz tasasız bir Kasım hatırlamıyorum. ya dağlıca baskını oldu ya gazze kuşatması, ya KCK operasyonları ya açlık grevi, ya Habur krizi ya öteki. hep kahır, hep acı. ama ben yoruldum artık. Hoca'nın dediklerini ne ilk duyuşum, ne de son. beni çökertmesinin esas nedeni artık inancımı yitiriyor oluşum. Kürtlerin haklılığına inanırdım. hatta inanabildiğim yegane şeylerden biri. netliği olan. ondan bile şüpheliyim. belki devlet haklıdır diyorum, belki de Türkler. TÜRK. kendimi inandıramıyorum artık. müs-gençlinin anlayamadığı. kendime hakikatten bir evren kuramıyorum ben. varolanın içinde kayboluyorum. sinemacı yaşananların bir fotografını mı çeker? fotograf çekmeyi bırakalı nerdeyse bir sene oldu. yaşadığım şehir, hatırladığım yer değil. burada bir hatıram yok. kasım. gecenin 2si. sabah olduğu felan yok.
not: jean genet üzerine bi kitap okudum bugün. onun ve döneminin diğer aydınlarının filistin davasına inancını ve onlara yönelik şiddeti düşündüm. sora beşikçi ve selek'ten bu yana bizdeki vaziyeti. pınar selek benim için idol değil, ama hatıramda önemli bir figür. beni DGM'yle tanıştıran kadındır. yani Kürtler haklı olabilir mi? yani biz günah işlemiyoruzdur belki ha? şemdinlide düğün çıkışı ölen çocuğun kanında yoktur ha parmağımız?
Yorumlar
Yaşamak bizim için dokunaklı bir şarkı değil ki; ayağımıza takılan çelmeler, yola olan inancımızı halel getirsin.
Biz iktidarın hayalleri peşinde değil, kendi hayatımıza şeriatı hakim kılmanın derdindeyiz bu yolda geri dönüp baktığımızda boşuna savaşmadık ve boşuna ölmedik diyeceğiz inşallah.
dokunaklı meselesinde haklı olabilirsin. bu toplara biraz fazla meyyalim belki. ama nihayetinde "ağıt" janrı bana göre değil. epik de olmasın, ama "affective" bişeyler olsun. olmaz mı :)
collected works'de de öyle yazmıştın. ne diyeyim, Amin!