mezopotamya ekspresi


kitabı daha biyografi bir metin beklentisiyle alıp okudum. fakat açıkçası metin çandar'ın hakkındaki andıçlamaya dair uzun bir siyasi savunma olarak yazılmış. biyografik birikimini de burada avantaja çeviren çandar, metni bir hatıra şeklinde sunsa da pek çok detay metnin temel meselesini ortaya koyuyor.

çandar'ın "eleman" olduğuna dair iddialar için de çok malzeme var. PDA kökeni, özal danışmanlığı, bilimum kritik görüşmedeki kilik fonksiyonu her komplocu zihnin ağzını sulandıracak cinsten.

metindeki ciddi bir özal vurgusu var. güney kürdistan'la ilk ilişkilerin kurulması ve TC'nin yönetim paradigmasının değişimi meselesi önemli. dolayısıyla 10 senelik AKP devrimini aslında ölü doğan özal projesinin tamamlanması olarak da görmek mümkün. darbenin başbakanı olarak gelip dönüştürücü bir güce dönüşümü de enteresan. özellikle köşke çıkışından itibaren demirel'e ve orduya rağmen üstlendiği rol ve son süreçte kürt meselesinin çözümünde nerdeyse canı pahasına aldığı insiyatif epey ciddi gözüküyor. çandar da burada erdoğan'a atfedilen "siyasi kariyeri pahasına" imajını özal'ın bedelini canıyla ödediği bir anlatıyla itibarsızlaştırıyor. zehirlen iddialarını ciddiye almayıp tıbbi nedenlerle ölüm tezine yaslanması enteresan.

çandar'ın ırak savaşı sürecinde aldığı savaş taraftarı tavra dair anlattıkları da ilginç. anlaşılıyor ki çandar, amerika'nın ırak'a getireceği özgürlüğü kürt hareketi ekseninde, daha doğrusu güney lehinde olumlu bulduğu için destekliyor. bu şekilde güney'le yarım kalan projeyi tamamlama derdinde gibi. wolfovitz güzellemesi ise epey fantastik. ki kitapta sık sık ilişkide olduğu aktörlere dair benzer güzellemelerle bir meşrulaştırma çabası var. bu da siyasi savunma yaklaşımıyla örtüşmekte.

nihai olarak açılım sürecine dair tahminimden az malumat var kitapta. çandar'ın müdahiliyeti epey sonra 2010'da TESEV raporuna girişmesiyle başlıyor. raporun bitişi ve yayımlanışı ise 12 haziran seçimlerinden 2 hafta sonra, silvan baskınından 2 hafta önce. bu kritik zamanlama kaderini de tayin ediyor zaten. görünen o ki çandar'ın erdoğan önderliğine pek itimadı yok. çeşitli istişarelerde vurguladığı talepler epey net, çandar ısrarla siyasal çözüm, siyasal statü ile sorunun çözüleceğini vurguluyor. dolayısıyla bu işin trt şeşle, seçmeli dersle, taraf gazetesi kafasıyle, mehmet metiner basiretiyle "verdik bitti" yaklaşımıyla çözülemeyeceğini çok net bir şekilde belirtiyor. biraz da hikayenin düğümlendiği yer burası olsa gerek.

bir de devlet aklı var. AKP'nin çözüme dair ciddi adımlar attığı ortada. onun için silvan baskını veya habur gibi süreçlerin, ki habur'a dair karayılanın açıklamaları enteresan, bu ciddiyetten vazgeçirmesi çok mümkün değil. "başbakan çok adım attı, ama hayalkırıklığına uğradı, kalbi kırıldı" yaklaşımının altı epey boş. daha ziyade anladığım şu bizzat erdoğan'ın kendisinin de bu işe "her ne pahasına olursa olsun" inanmadığı. onun için ağzından bir defa alsın ne BDP'yi ne PKK'yi ne de öcalan'ı muhatap olarak kabul eden, özne olarak gören bir kelime çıkmadı. nihayetinde süreci dinamitleyen de bir şekilde bu. BDP'nin de kendi yerine öcalan'ı muhatap olarak dayatması da yine bu siyasal/kültürel ayrımıyla alakalı gibi. onun için çandar özal ile erdoğan'ı karşılaştırırken, 2005'teki diyarbakır konuşmasında "kürt sorunu" beyanatında pişman olan erdoğan'a "işte sorun budur, sorunun adını koyamamak, Kürt sorunu diyememek" diyor.


Cengiz Çandar Gündem Müzakere Özel'de ile  imctv

bütün bu büyük resmi, ilişkileri, kahramanları bir yana bırakırsak kitabın kürt meselesine ve benim kişisel siyasetime dair en çarpıcı tespitlerinden bir tanesi, çandar'ın TESEV raporunu hazırlayışı sürecinde edindiğini belirttiği şu kanaati; "Türkiye'nin Kürt halkını yakından tanımaya gayret eden bir kişi, PKK'nin bir örgüt olmaktan öteye, Kürtlerin bir "ruh hali" olduğunu bilir. Bu "Kürt ruh hali" olarak PKK, örgüt olarak PKK'den çok daha önemlidir ve "Kürt isyanı"nın itici gücünü de o "ruh hali" sağlamaktadır."

çandar da kitap boyunca onu mezopotamya ekspresi'ne bindirip ordan oraya sürükleyen iştiyakın biraz bu ruh halini paylaşmasına dair olduğunu anlatmaya çabalıyor. benim de çandar'a tüm sorunlu kişiliğine ve davutoğlu kadar "bu işleri biz çözdük" egosuna rağmen duymaya başladığım sempatinin sebebi bu. TESEV raporunu çalışırken de dinlediği tonla istihbarata karşın sorunu getirip siyasi olana, daha da önemlisi siyasi olanı belirleyen "ruh hali"ne bağlaması şu hayatta derdini güttüğümüz, çilesini çektiğimiz siyasanın zeminine dair çok önemli bir iddia. yabi bizi harekete geçiren şeyin tuttuğumuz, güttüğümüz hesap değil sorduğumuz ve vereceğimiz hesab oluşu. buluştuğumuz yer işte burasıdır...

Yorumlar

Alperen dedi ki…
Mustafa maşallah ya, 10 Kasım'da sen kitabı yanımda BSV'den aslırken, uzun dönem kitaplıkta kalacağını sanmıştım ama devirmişin hemen.

Bunu senin hatıratlara olan ilgine bağlıyorum.

Neyse anlaşılan belki Çandar ilerde yazmadığı hatıratını da yazar, misal İran devrimi süreçleri gibi
hanzalan dedi ki…
walla haklısın genco. ben de ihtimal vermiyordum. fakat açlık grevi süreci gerilip, bünye de takatsiz düşünce biraz da can havliyle buna sarıldım. biraz da kitaplar sürününce asabım bozuluyo. bazen böyle bi kitabı aldığım gibi okuyayım istiyorum, pazardan aldığın pırasayı eve gelir gelemz doğrayıp bişirmek gibi. iran sürecini pek açmamış. keza bosna da. onları esas hatıratında yazar. bu hatırat değil aslında. daha ziyade kendi "aktör"lüğünün bir tür siyasi savunması. özel olarak da bu andıçlara karşı yazılmış. vakit muhabirlerinin kafasına vura vura okutmalı.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum