Kasım


Foto: Mehmet Erken
 Evlilik, Zamansallık ve Çoğulluk Üzerine


Eylül ile başlayan bu seri, yakın ve uzak çevremde pek çok farklı aks-i sedaya vesile oldu. Tanıdığım, tanımadığım, arada selamlaştığım insanlarla bu vesileyle konuşmak, görüşmek bile nasib oldu. Dolayısıyla bu tartışmayı sürdürmek, onlar adına konuşmak değil de, çoğumuzun dile getirmeye takatinin, mecalinin yetmediği, cesaretinin elvermediği bir kısım meseleyi açık etmek adeta vacib oldu. Kimsenin avukatlığı, sözcülüğü değil haddim. Temsiliyet bahsiyle aramız açık. Fakat sözümüzün icabı, şahsi ve muhterem faslın ötesinde bu kadar çok insanın derdine, yarasına karşılık gelen bir tartışmadan beri durup kabuğa çekilmek de adetimiz değil. Hülasa konuştuklarımız, tartıştıklarımız ve düştüğümüz başka notlarla bu seriyi sürdürmek boynumuzun borcu oldu. Yani, yazdıklarımın şahsi olduğu kadar, umumi mahiyetini de akılda tutmak ve bu tartışmayı kollektifleştirmek hepimizin meselesi.

Genç çiftler ilişkilerini kurumsallaştırırken, karşı karşıya kaldıkları pek çok momentte üçüncü şahıslar tarafından sıklıkla telkin edilen kaide "hayatta bir kez yapılıyor" olur. En pahalı ve en gösterişli gelinlik bir defa giyilmek üzere sipariş edilir, en mutantan kına gecesi bir defa yaşanmak üzere  organize edilir, en çılgın balayı destinasyonu bir defa gidildiği için seçilir, hiç takılmayan boyunbağı "o an" için bağlanır, Sünnet'e uygun uzatılmış sakallar "o fotograf" için kestirilir. Sembolik evrende uzatılabilecek bu listeyi çok şişirmeyeceğim. Her deneyimde ayrı şeylere karşılık gelen bu çirkinlikler silsilesini kolektif bir iradeyle teşhir etmek daha anlamlı. Okuyanlardan ricam cesaretlerini toplayıp yorumlara vidanj eylemeleridir. Sorumuz; kişilerin o güne dek tercih etmedikleri ve dahi ahlaki/politik olarak da tercih etmeyi (en azından) arzulamadıkları kararları onlara aldıran nedir?

"Hayatta bir defa" ibaresindeki biriciklik vurgusu, belirli bir zamansallığı mitleştiren bir tarihyazımı perspektifinden sarf ediliyor. Adeta müstakbel çiftin hayatına yeni bir milat koyan tanrısal bir iddia bu. Kişilerin karşılaşmaları, teessürleri, tehessüsleri ve bunlara içkin tarihsel kırılmaları biriciktir, bunu tartışmayız. Mesele deneyimlerle yaşanan ve yaşanmaya talip olunan bu hikayenin tarihini, bu şekilde yazmayı ve kurmayı dayatan "hayatta bir defa" iradesinin ideolojik kökenleriyle alakalı. Diğer bir ifadeyle insanlara "hayatlarında hiç yapmadıkları" şeyleri yaptıran, tatmadıkları ve tercih etmedikleri şeylere bulaştıran bu motivasyon gerçekten sevdiceğini pek sevmek, deli gibi aşık olmak mı? Sevmek ve sevilmek bu kadar hasen ve pak duygular iken tüm bu çirkin fiilleri nasıl tahrik edebiliyor, yoksa hiç de öyle değil mi?

Foto: Mehmet Erken

İnsanın hayatında, kurucu, tayin edici, tarih yapıcı fiillerin kadri ve kıymeti mühim. Bu minvalde anı ve zamanı tekilleştirmek değil de biricikleştirmek, kendinden menkul değerler atfederek onu tarihsel dizge yahut döngüsünden koparmak, esasen gayri ahlaki bir tavra karşılık geliyor. Bütünlüklü tarihsel düzleminden koparılan fiil, adına evlenmek denen bu izafi "olağanüstü hal" kaidesine göre tartılıp kıymetleniyor ve meşru hale geliyor. Bu anın biricikleştirilek tarihsel dizge ve döngüden kopartılmasından meydana gelen "artı değer" en basitinden kişilerin kendi tarihlerine kasdetmektir.  Aşkın ve sevginin kanatları altına sığınarak girişilen bu tarihyazımı müstakbel çiftleri kapitalist bir hayat tarzına mahkum eden, orta sınıf ahlakını onlara dayatan ilk hamle, ilk saldırıdır.

Hayatta bir defal olma uğruna meşru kılınan fiil, geri kalanını gayrimeşru kılacak kudrette olmasa da, yarattığı kırılmanın tesiri bu potansiyele içkindir. Bu momente ortak kılınan şahitler, bu anı tespit eden gözler, tasdik eden mühürler durumu kurumsallıştırarak sabitlerler. Hayatın kendi içindeki tabii mecrasına, vasat üzre oluşuna değil olağanüstüye, gayri ihtiyari olana bu yönelim en temel insani deneyimleri bile başka türlü yaşamaya, hayatla kurulan ilişkinin ahlaki ölçütlerini baştan çıkarmaya bir davet aslında.

Evliliğin tarihi bu biriciklik üzerinden yazılma başlayınca bir defa, bu milat yaşananları ve artık yaşanmak istenmeyenleri de baştan dizmeye muktedir. Dolayısıyla "bir basamak" olarak geçmiş ilişkiyi koparmaya ve bambaşka bir gelecek inşasına da kapı açıyor. Ahlaki ve ilkesel kudreti bu açıdan son derece ciddi etki ve sonuçları bünyesinde barındırıyor. Hülasa çiftlerin aldıkları ufak ve önemsiz gözüken kararların salt sembolik değil, son derece tarihsel ve politik düzlemleri yazılan bu tarihin evvel ve sonrasında apaçık gözler önüne seriliyor. "Biriciklik" ön plana çıktıkça, ilişkiyi çoğullaştıracak, anları çoğaltacak, başkalarını ortak edecek ve başkalıkları aşındıracak imkan ve ihtimaller de ortadan kalkıyor. Diğer bir ifadeyle "hayatta bir kere yaşanan" hep birlikte yaşanak pek çok başka anlara, buradaki çoğullaşma imkanlarına ipotek koyuyor.

Birbirimize olan sevgi ve muhabbeti kendimiz kalarak yaşamaya devam etmek, kendimiz olarak çoğullaşmak, tekilliklerimizi, şahsi ve muhterem hasletlerimizi muhafaza etmek mühim. En başta kendimize saygımızla, şahsiyetimizin hakkını vermekle alakalı bir ödev. Bu yolda bizi baştan çıkaran, yoldan saptıran her türlü masum ve nahif tuzağa karşı atik ve tetikte olmak devrimci bir sorumluluk arz ediyor.

Kendimizi yitirdikçe, kendimiz olmaktan vazgeçtikçe basitleşen, kirlenen, ciddiyetini yitiren hayatlarımızın acısını sadece kendimiz çekiyoruz. İşte tam da bunun için hayatta bir kere değil, hayatımız boyunca bize dayatılanları değil, olmak istediklerimizi birlikte yapabilmenin hukukunu geliştirmek, yollarını aramak bu amansız saldırıyı alt etmenin yegane yolu gibi gözüküyor.


Yorumlar

Adsız dedi ki…
değişmeden bir olmak mümkünse o olmalı evlilik kurumu. kimsenin bi kereliğine de olsa başka biri olmadığı herkesin özünde kaldığı... bu anlamda güzel yazı olmuş, düşündürdü, sağ olasın.
iyi oldu bence. dedi ki…
aşk insanın sevmesidir.
aşk herkese yakışır.

aşk ev değildir
evlere ve kalıplara ve dahi bedenlere sığmayandır.

arzunun nesnesi yoktur ve arzunun cismaniyyeti dahi yoktur.
arzuya sınır koyamazsın ve ona set çekemezsin.
ne zaman nereden geleceğini bilemezsin.

yalnızca minderlerde sevişmek değildir aşk yapmak
nerede ve ne zamanda olduğunu bilemeden sevişmektir.
aman temiz çarşaflar bizden uzak olsun

ikea mobilyalarını severim, ama mumlarıyla yetinirim.
onlara da para verdiğim görülmemiştir zaten.
şeytan kulağına.

iki kişiyle sınırlayamazsın aşkı
arkadaşlar da aşka dahildir
sokak flörtleri ve filmlerdeki adamlar/kadınlar da.

geçmişimiz ve geleceğimiz de bizimle beraber aşık olurlar.
belleğimiz ve umutlarımız - kendilerinden taviz vermeden- yeniden şekillenirler.

karşımızdaki kişi ya da kişiler aşkı aşk yapanlardır.
evet her platonik aşk dahil
en nihayetinde aşık olmak için bir maşuğa ihtiyacımız vardır.

en klişe söylemdir biz her seferinde bir hayale aşık oluruz.
bir tahayyüle
ama aşktaki tahayyülün bir de tasavvuru vardır.

evlilik ve evlilik kurumuyla şekillenen hayatlara değinecek olursak, o kadar geçmiş ki benden bu kurumsallaşmış ilişkilere bakıp da üzerine söz dahi söyleyemiyorum. zaten yalanlığı, riyakarlığı, ve bir tiyatro sahnesi edasıyla performe edilişleri. elim varmıyor yazmaya.
vel hasıl bizden geçti o işler hewal diyesim var.

ha nedir bizim de anamız babamız var gün gelir birisiyle gündelik hayatımı, aynı çatıyı paylaşmak isterim.
everyday zina diyemem ya anama babama.
işte o zaman basarım nikahımı devlet babanın kapısında, alırım cüzdanımı.
oh mis.

ama bizler o orta sınıf hayalleri çoktan uzağına itmiş insanlarız.

evli evimiz bir squat olur belki de belki tek bir göz oda ya da belki iki kişilik tophanede bir daire belki de o tiksindiğimiz evlere ben de girerim. önemli olan orada yaşayacak olanların kendi başlarınayken de ne istediklerini bilmeleridir.

yani neden evli bir çift illa her gece aynı yatak da uyumak zorunda olsun. mesele her gece aynı yatakta uyumak değil. bunun böyle olması gerektiğine inanmak.
neden ben elin adamıyla aynı dolabı paylaşmak zorunda olayım. evet yeri gelir paylaşırız da. belki te tek göz odayı, tek kişilik yatağı, iki kapılı bir gardrobu paylaşırız.

yani diyeceğim o ki herkes istediği hayatı yaşar.

bu senin dert edindiğin kitle tam olarak "bedelli askerlik" kitlesi. askerden kaçar, hem ideolojik olarak karşıdır askerliğe hem de zaten keyfini bozmak istemez ( ki bunda dahi çok haklıdır) bekler, bekler, bekler. Vicdani red tahayyülü yoktur, yerini yurdunu bırakmayı göze alamaz, ait olduğu yer ve sınıftan vazgeçemez. Askerlik süresinin kısalmasını bekler, biraz para kazanıp bedellinin çıkmasını bekler. ve inanır mısın sonunda o da olur. ya bu kişimiz parasını öder neyse başına gelen çeker, ya da bir yaştan sonra gideceğiz abi kaçış yok bundan sonra der. ama zaten hali hazırda okumuştur ve vatani görevini doktor olarak, öğretmen olarak, bir yerlerde bir şeyler olarak ama kendi kendine itiraf edemese dahi asker olarak tamamlar.

iyi oldu bence. dedi ki…
vel hasıl bir de bu evliliklerin bu kadar konformistçe olmasında bir de iktidarın rolü var tabi ki. şimdi oraya girsem nasıl çıkarım bilmiyorum ama insanların yüzlerinde Akp nin iktidarda olmasının rahatlığı var. yıllardır ellerinden alınan imkanlara artık kavuşmuş olmanın rahatlığı var bu akp yi en çok eleştiren mütedeyyin insanlar için dahi geçerli. Bugün bir başörtülü kadında kuveytürkte çalışabileceğinin bilgisi var. ve oraya göre giyinmek istiyor artık, evi de o güzel kıyafetleri muhafaza edebilecek şekilde olacak tabi ki. arkadaşlar artık yeni mekanlardan edinilecek ve bu mekanların çoğu eylemler olmayacak. Belki entel kahveleri olacak, belki alternatif kesimlerin takıldığı mahalleler olacak, ama bir hayatı özünden yıkıp yeniden kurmaya çalışan o bakışlar olmayacak gidilen yerlerde.

yerleşikliğin ve sürekliliğin, gündelik hayata zuhur eden güvenliği, bizi korkutan bir gölge olarak bu insanlarda büyüyecek büyüyecek ve büyüyecek.

benim diyeceklerim bu kadar.

yaşandı, bitti saygısızca.

yine de arkadaşlar güzeldir, arkadaşlar candır.
kim ne yaparsa kendine yapar.
biz önce bi kendimizi bilelim.

sen buradasındır, hayallerin, umutların ve fikrin vardır. bugüne kadar nasıl yalnızdın bundan sonrası da öyle geçer. ha bi gün biri gelir çıkar, nasıl olduğunu anlamazsın, bir bakarsın seninle aynı dili konuşuyor. aynı şeyleri söylüyor. afallayıp kalırsın. sonra anlarsın isteyen gelir kalır, isteyen gider. biz buradayız isteyen gelsin buyursun hayatımıza beraber koşturalım, arada dinlenip yorulalım. ama ne kadar yalnız olsak da hiç bir zaman yalnız olmadığımızı bir yerlerde bizlerle aynı düşleri kuran insanların olduğunu bilelim, yeter.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

felahçilar*

Aralık