Sislerin İçinde



Saraybosna'ya en son 2011 kışında gelmiştim, gene bu vakitlerdi. Neredeyse beş yıl olmuş. Şehir epey yorgun, o zaman ki zindelik daha bir perişanlığa bırakmış yerini. Savaşın değil de bir türlü kurulamamış bir barışın, daha doğrusu çatışmasızlığın yorgunu şehir. Savaş olmuş ama ölenlerin neye öldüğüne dair bir sebep yok ortada. Elle tutulur birşey kalmamış şehitliklerden başka. Bir de ara sıra karşınıza çıkan kurşun yarası almış delik deşik duvarlar. Şehir kopkoyu bir dumanın arkasına saklanmış, yılın bu vakti şiddetlenen yoğun sis, ucuz kömürden kaynaklı hava kirliliğiyle birleşince fantastik bir atmosfer çıkıyor, ama latif değil, gergin ve tedirgin bir hal.

Ben buralardayken memleket KCK operasyonlarından yıkılmaktaydı. Binlerce tutsak, cezaevi kapılarında insanlar, bir sürü arkadaşım tutuklanmış, dalga gelip Boğaziçi'ne dayanmış, bölümden Şeyma'yı almışlar, fısıltı gazetesinde işaretli hocaların adları dolanıyor. Memlekete dönünce beni neyin beklediğini düşünür haldeyken yılın sonunda ansızın bir haber; Roboski! Acı, acı, bitmek bilmeyen. Koyu, kapkaranlık bir hal, pus, sis, göz gözü görmeyen bir şehir.



Aradan 5 yıl geçtikten sonra gene bir kış, gene Saraybosna'dayım. Savaşta Sırp keskin nişancıların mevzilendiği Yahudi Mezarlığı'nın karşı tepesinde, bir yanım artık bir mezarlığa dönmüş Olimpiyat Stadı'na bir yanım artık trenlerin işlemediği tren istasyonuna bakıyor. Sigara içmeye balkona çıktığımda gördüğüm şey hiçbirşeyi görmediğim. Kesif bir duman, bulutlar şehre inmiş. İçeri giriyorum, Kürdistan kentleri muhasara altında. Tank, top, havan, kalibreler, hepimizi adli bilimlere çağıran bir evren. Delik deşik cepheler, evlerden evlere açılan dehlizler, tüm bir kenti oyuk şehire çeviren bir hal. Nedir bu hal, biz niye bu haldeyiz?

Tarihyazımı çok ağır birşey. İnsanın dönüp dönüp mazisine, mazilere, geçene, akana, akışta olana bakması, kimi zaman bakakalması, kimi zaman başını bile kaldıramayışı çok ağır bir hal. Beş yıl, on yıl onbeş yıl. Zamanın ağırlığı üzerimize çöktükçe, tekerrürün evsafı genişledikçe, eziyor, eziliyoruz. Kırk yıldır canımızı alan, yağmalayan, yok eden, acıtan, kanatan bir savaş. Hala orada, şimdi şu anda burada. Sis dağılmıyor, pus genzimi yakıyor. Önümü göremiyorum, uzaklarda bir yerde bir köpek havlıyor. Bu sabah uyandığımda gene makineli tarrakalarını duyacak mıyım, gecenin bir yarısında tank sesine uyanacak mıyım. Pencereyi açıyorum, sis içeriye doluyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

felahçilar*

Aralık