huzur...




romantik islamcılığı, muhafazakar fantezileri bir yana bırakıp akl-ı selimle düşünürsek,
bu şehirde yine de neden huzurlu olduğumu, huzura erdiğimi anlamak zor.

bir kere herhalde en başta ritimle ilgili. okul yok, yol yok. en uzun yol 15 dakika, onda da etiler trafiği yok, tatlı tatlı yürüyosun. şehir düz, yokuşu de öldürmüyo yani. elhamdülillah atkins kondisyonuyla bisikletle de tek nefeste çıkar olduk, orda da bi sıkıntı yok. e insanın ömrü yolda geçmeyince yorulmuyo anladığım kadarıyla.

okul yok evet bu son beş senem, ki yaşanmışlıklarıyla bana ömrümün yarısı kadar yoğun geliyor, bu ciddi bir boşluk, açıklık. o insanlar, ölü üniversite siyaseti, hisarın leşlikleri, rüsva akademysa (istisnası bizde saklı) yorucu yani, ömür törpüsü. tamam işte SBK'yı, güney meydan'ı, manzarayı, laklağı, caminin leş kokan şadırvanını, orta kantinin hindi fümelisini, kütüpane önü leşliklerini özlüyor insan; ama malum ya biraz 'absence'in inşa ettiği bir durum bu. yokluğuyla var olma hali. varken ise sadece aşındırıyor.

meselelerden, mevzulardan da görece uzağım sanırım. yani internetten en fazla haber okuyup biraz kahırlanıyosun, biraz da millete laf yetiştirebiliosun. hoş memlekette olsak bundan fazlası mümkün değil, ama işte biz hep o imkansıza talibiz ya, onun perişanlığı, harapdarlığı da kafi zaten. giderek de azalıyor sanırım, dozajını ne kadar düşürürsem kalp sağlığı için o kadar yararlı. kolestrol reklami gib oldu di mi.

bi de şehir huzurlu be abi. yani mimari var bi kere burda, Allah için Saraybosna'da çirkin bina görmedim, en absürd sovyetik yapınin bile hikayesi, tribi, olayı var. en azından hafızası, hatırası var, hatırı var yani. bu mekansal kurgunun bünyeye getirisi ise mental planda bayağı huzurlu oluyor.


ekip dışında pek görüştüğüm kimse yok, pazardaki birkaç tezgahtat belki. yani ahaliden görece izoleyim. ama yine gündelik hayat da konuşuyor. dincilik biraz ölmüş burda, ama var olan malzeme yine de overqualified, ziyadesiyle iyi, yani bir cuma namazı gaza gelmeye yetiyor. yeter zaten, gazla üfürmeyle işimiz olaydı, biz de katılırdık bu kafileye.

biraz da işin biopolitiği var. burda öz-disiplini yakaladım yani sanırım. hiç geç kalktığım olmadı mesela, uyanamadığım. antremanı çok nadir sektiriyorum, haftada altı gün. yavaş yavaş hissediyorum yani, çekime kadar devam etsek bir ay daha, bence bayağı iyi olacak. düzenli besleniyorsun, gönlüne göre. stresin, acelen yok. huzur böyle birşey, ne bileyim kitap okurken akşamüzeri, koltukta hafif sızmak, gündüz düşleri gibi.


bir de kahve sanırım. geçen haftasonu sabah biraz turistlik yaptım, kalktım başçarşı'da tam sebil'in karşısında, 'tünel' diye bi kahve var, sarajlija mekanı, turistik değil. sabah kahvemi içtim, yanında güllü lokum felan. ne bileyim, böyle hava ayaz, ama güneş parlıyor karşımda. elimde kitabım, huzur öyle birşey herhalde.

şükür...

Yorumlar

m. şevket dedi ki…
dünyanın en asosyal mahallesinde ama bütün kalabalığın stresi omuzlarında, ne huzur ne de sonu olan bir huzursuzluk sahibi bi insan olarak, okurken heidi okuyomuş gibi hissettim kendimi. tutmuşsun bi ucundan; güle güle yaşa huzurunu :)
kolay gelsin...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum