gurur ve utanç: masumiyeti yitirmeye dair



orhan pamuk biraz yol azığım oldu galiba. kara kitap'ı rwanda'da bitirdiydil geçen yaz. musmiyet müzesini de bir sene nadasa bıraktıktan sonra gewaşta hasat ettik. sette başladım, uçakta dönüşte bitirdim, epeyi de kaptırdım. latif aktı. ziyadesiyle etkisindeyim halen.

bu bir aşk romanı. benim pek de telaffuz edemediğim bir şey'e dair yani. hikayesi ise bizim hikayemiz. bu kadar kendimi kaptırmam da ondan. pamuk heme her romanında yaptığı gibi, gayet amerikalı bir üslupla tez cümlesini inanılmaz bir işçilikle birkaçbin defa tekrarlayarak, onu başka meselelerle konuşturarak baya iyi iş çıkarmış,

filmin, pardon kitabın meselesi özetle 70'lerin ikinci yarısında, İstanbullu burjuvazinin arasında serbest ilişkinin nasıl bir modernlik emaresi olarak görüldüğüne ve fakat nihayetinde bu modernliğin taliplerinin bu açıkfikirliliği hiç de öyle sürdüremediklerine dair. bir özgürlük, batılılık, muasırlık alameti olarak bekaretten vazgeçişin yahut onun itibarsızlaştırılmasının nihayetinde yerini bu itibardan yoksunluğun yarattığı tonla maraziyete yerini bırakışı kitabın ana hikayesini oluşturmada. bunun etrafında güzel kadın olmanın, kadına sahip olmanın, cinselligin, ilişkinin, evlilik ekonomilerinin hikayesi de var.

filmin işçiliği ve anlatısı ise muazzam bir materielity etnografyasına adeta antolojisine dayanıyor. eşyanın hafızasına, teessürüne dair fevkalade malzeme var metinde. eşyayla beraber döneme, insanlara, topluma, şehire ve hissiyata dair de bir mikrotarihler serisi akıyor. hem okuma zevki hem de doygunluk açısından kitabı gövdesi bu konuda çok iyi işlev görüyor ve tartışmayı sarkmadan taşımayı başarıyor.

bekaretin kıymeti ve eşyanın tabiatı da görme ve görünme politikaları tartışmasıyla birbirine değiyor, konuşuyor, eklemleniyor. kitapla beraber tasarladığı ve kitabın da metnine yediridiği, onu adeta bir müze rehberi gibi tasarladığı haliyle pamuk kabaca doğu ve batı diye ayırdığı iki dünya görüşü çerçevesinde birinin göstermekle gururlandığı, diğerindeyse bilakis bundan utandığı tespitine bağlanıyor. buradan da mevzu mahremlik ve modernlik ilişkisine geliyor. biraz nilüfer göle olsa da pamuk'un cevdet bey'de billurlaşan 3. cumhuriyetçi kemalizm yapısökümünün cinsellik üzerinden
anlatımı olarak da görmek mümkün metni.

vurucu kısmıysa, bir kadına, güzel olana duyulan tutku, bunun belirli bir somutluğa dökülüp dökülemeyişi, bekleyiş, acı gibi hissiyatlara dair parçalar. kemalin 8 sene boyunca, içgüveysi gibi füsunun evine akşam oturmalarına gidişi, maaile herkesin bu rolü kabullenişi. füsunun yavaş yavaş
cesur ve modern bir kadından mahalle kızına, görücü usulü evlenilecek bir bakireye dönüşmesi, sibelin arzuları ve modern 'miş gibi' yapması, bayağı iyi fragmanlar,

başta biraz fantazmatik hatta saplantılı gelse de kemalin sekiz sene boyunca sürdürdüğü bu tutkuyu (bir türlü aşk diyemeyen ben) eşya ve utanç duygusuyla anlatışı bayağı etkileyici. buralarda bir kız seven ve işler pek de yolunda gitmeyen, hettın dışına düşen hemen herkesin bir parça tadabileceği bu fragmanlar pamuk'un bence tüm oryantalizm eleştirilerine karşın yerliliğinin, burayla meselesinin ispatı bence.

kitabın tarijik sonu ve acıklı türk filmleriyle örtüşen, onlara öykünen janr nüveleri de hoş bir tat katmada hikayeye. nihayette trajedisi ve oradan yasa bağlanışı da şayan. zaten muhabbetim de buradan belki de biraz, anlatılanın bizim hikayemiz oluşu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Aralık

23 Nisan