niye yazıyorum?

blog yazıyorum diye de düzeltilebilir aslında. ama sanırım mail gruplarındaki muhaberatı, kısa politik söylevleri, sağa-sola sataşmaları bir tarafa bırakırsak yegane yazma eylemim burası. ödev yapmayı bir yazma eylemi olarak görmüyorum tabii. biraz da yazmak kendin içindir ya zaten.

hikaye de burdan çıkıyor, kendine yazmak, kendi kendine konuşmak, dertleşmek. terapi değil. daha ziyade not defteri ile günce arasında düşünülmeli. zira elyazısı ilkokuldan beri sevmediğim birşeydir. hem solaklıktan, hem bileğim ağrıdığından. onun için klavye iyi, bir de işte mecra meselesi. ama bu mecra bir "kime?"ye akmıyor. olsa olsa "başkaları için mi?" diye sorulabılır, "için yani. kısaca da değil.

büyük anlatının çok peşinde değilim. ama yine emr/nehy diyalektiğine hala gönül veriyorum. insanlara değip değmeyeceğine dahir şüphemi korusam da, bir umuttur diyerek söz etmekten çekinmiyorum. şahitliktir, mesuliyettir deyip gor gor konuşuyoruz, yani yazıyoruz. ama ondan, ötesi değil. buna dair çabam, söze / kelimeye dair hususi bir kıymet/ ehemmiyet göstediğime delalet etmez. filimciyim. film yaparım. kralını da yaptım, yapıyorum yine yapacağım. birkaç sene evvel bir röportajda müslüman cenahta edebiyatın yaygınlığını kalem-kağıdın erişilebilirliğine bağlamıştım. bu önermeyi sözün hafifliğiyle güncelleyebilir belki. sonuçta yazı biraz hikayedir. onu şairle felan yapsın. blog da bana kalsın.

blog sayfasını açınca her defasında okunma rakamları çıkıyor. iki haneyi geçmeyen, makul bizi şaşırtmayacak rakamlar. bakarken bile utanıyorum bazen, biraz da aslında "kim okumuş acaba?" türünden bir merak, bir tür hafiyelik oyunu. sonuçta teknik sebeplerden ötürü burada da yayınladığımız "islamcı gençlik"in "bucümle" ile ilgili bildirileri dışında genelde okuyanlar da tanıdık, bildik insanlar. eş, dost, uzaktaki tanıdık. namahrem değil yani. faili meçhul yorumlar olmasa arada, kendi yağımızda kavrulup gitçez yani. ama anlaşılıyor ki failiyet, burada da mesela. kavgasını verdiğimiz konuşma, tartışma pratiği, sanal mecrada daha da sıkıntılı. doğal olarak. derdimiz insanlar değil yani, sen değilsin ey okur. Allah razı olsun, zahmet edip bu sayfayı açıyorsun, ama ben yazarken sana değil, ekrana bakıyorum. siktiir çekmiyorum, ama birbirimizi yanlış anlamayalım yani. dinlemek güzel bir şey tabii, öyle demiyor muydu "güzel şeyler bizim tarafta"da (yazamadığım burdan belli mesela, o oyun üstüne en az beş sayfa doldurmak niyetindeyim, iki paragrafta harcadık. yazık. )

 Foto: Feyzullah Yeşilkaya, Haziran 2012, Fatih

buraya genelde öfkemi, kimi zaman da kederimi kusuyorum. biraz iç dökme yeri, kimi zaman ağlama duvarı kıvamına da geliyor. ama işte mesela "hesaplaşma" meselesini ufak ufak kendi kendime tartışabildiğim bir şeye de dönüştü zaman içinde. bosna macerası biraz uzaktan erişim olayını teşvik etti. feysbuk belasını kapayınca biraz buraya yöneldim. onun da teşviki oldu bir kısım. sadece yazı değil, fotoğraf ve hissiyat kabilinden video de koyduğumdan içerik bir şekilde dengeleniyor. hep ayar da vermiyoruz, sanat sepet de var, film yazıyoruz. işimize bakıyoruz yani.

başlarken birilerine dair / yönelik bir hedef koymamıştım. geldiğim noktada da bu kendi kendinelikten mutmainim. söze vermediğim ehemmiyeti, mesaimle telafi ettiğimi düşünüyorum. bu da kafidir. benim insanlarla diyaloga, iki çift lafa, ima etmeye, göz ucuyla işarete talip olduğum şey sinemadır. bizim işimiz söz söylemek değil, hikaye anlatmak yani. alayına gider, affetmez. işte bundan mütevellit buranın hudut ve çerçevesinin başka türlü diyaloglara pek müsait olmadığını, ciddiyetini aşan söylenceye müsait olmadığını da bu vesileyle hatırlatmak fena olmayabilir. sözü ciddiye almayışımız, ister istemez söyleyeni de diskalifiye eder.

not defteri iyi birşey. sarı kaymak kağıtlı, deri ciltli güzel moleskineler gibi insanı yazmaya, birşey yapmaya, üretme disiplinine teşvik ediyor. gereken de bu zaten. kafandakini bir şeye dökmek, dökerken düşünmek, düşünürmek tartışmak, tartışırken geliştirmek. üretmek yani, eylemek. burasının buna vesile olduğunu, hissiyatımızı merama da elverdiğini görmek kafi. gerisi boş.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
not defteri iyi birşey. sarı kaymak kağıtlı, deri ciltli güzel moleskineler gibi insanı yazmaya, birşey yapmaya, üretme disiplinine teşvik ediyor. gereken de bu zaten. kafandakini bir şeye dökmek, dökerken düşünmek, düşünürmek tartışmak, tartışırken geliştirmek. üretmek yani, eylemek. burasının buna vesile olduğunu, hissiyatımızı merama da elverdiğini görmek kafi. gerisi boş. -tekrar oku istedim bu vesileyle tekrar oku.
hanzalan dedi ki…
Kimdir bu "adsız" neden bana bu yazıyı okutmak ister?
Adsız dedi ki…
Herhangi bir okur yazar, paylaşımları sekteye uğratma diye..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

felahçilar*

Aralık