festival notları-IV

İnsanın kendi işi hakkında konuşması zor. Hani biraz "Kuzguna yavrusu Anka görünür" durumu var. Ama bilip gördüğümüz, yapıcı ve yoldaşça bir eleştirinin cümlemizin hayrına vesile olduğudur. Bu niyetle şimdiden sürç-i lisan edersek affola diyerek not düşelim...


Filim yapmak güzel şey. Bizim gibi belirli bir politik mücadeleyi, ahlaki- ontolojik bir koşut olarak görenler içinse "ibadi bir sorumluluk" haksözcü abilerini tabiriyle. Dolayısıyla filim yapmak da bu sorumluluktan bigane olmayan, öte yandan kendi tabiatından, filim olmaklığından mütevellit hususiyetlerinden da feragat olunamayacak bir amel. Hüseyin abiyle çalışmanın benim açımdan hikmeti, Hoca'dan farklı olarak (bu hocanın sinemasının politik mahiyetini değillemez, ama nihayetinde onun filmleri politik olmaklığıyla öne çıkan filimler değiller, gene de kendi kulvarında epey politikler, toplumsallar) politik olmaklıkla filim yapmak arasında, ilkelerimizle hayatımız, inancımız amellerimiz arasında bitip tükenmeyen dikotomiye, çelişkiye, müzakereye yeni merhaleler eklemek oldu. Allah razı olsun, pek de iyi bir imkan oldu, yeni ihtimallere yelken açtık.

Were Denge Mın bir hakikat masalı. Kürt sinemasının anlatı arayışında, iyi ve ümitvar bir durak. Belgeselden ve belgeselciliğinden cömertçe beslenen bir yönetmenin, Hüseyin Karabey'in ikinci filmi. Son anda ekibine dahil olup, çekerken de setteki koşturmadan pek de naptığımızın farkına varmadığım filmi perdede görünce haliyle bir dağ çarpması oldu. Filmin görsel estetiği Halil Uysal'a güzelleme gibi adeta. Lawje ekibinin epik ve ne güzel ki Altın Lale ödüllü müziğinin de etkisi var bunda.

Sesime Gel'in bence en kıymetli taraf, anlatı meselesine odaklanması. Hikaye anlatmanın, derdini söylemenin, sözlü tarihin, kelamın kadrinin kıymetinin mesel edildiği bir film. Berfe ana torunu Jiyan'a tilkinin hikayesini anlatırken, kendisi de aslında yaşlı dengbejin anlattığı hikayenin bir parçası haline gelir. Filmdeki hikayelerin bu içiçe açan yapısı, yer yer masala ısınan formunun, Kürt sinemasındaki biçim arayışlarına, bunun ötesinde coğrafyamızdaki sinematografik dil sorununa katkısının çok kıymetli olacağına inanıyorum. Bu manada Sesime Gel, Semih Kaplanoğlu, Derviş Zaim ve Ahmet Uluçay'la birlikte yerellik meselesine çok anlamlı bir katkıda bulunuyor. Hem de bunu sağ muhafazakarlığın basmakalıp millilik tuzaklarına düşmede başarıyor, politikliğinden vazgeçmeyerek.

Perdede filmi görünce fark ettiğim bir diğer mesele ise filmin bilhassa ikinci yarısında, hikayeyi bir parça savuran ve hantallaştıran bir ritim sorunu oldu. Çektiğimiz bayağı da aksiyonlu birkaç sahnenin kurguda şutlanmasına mukabil filmin kurgusunda şahsen benim de ne çözebildiğim ne de anlayabildiğim bir tıkanıklık var. Bu da anlatıya biraz zarar vermiyor değil. Belki bir miktar daha cömert olunabilirmiş bu konuda diye düşündüm. Cümleten elimize, emeğimize sağlık olsun.

seaburners selected scenes from ipek kent on Vimeo.

Deneysel sinemaya alerjim biraz sınıfsal galiba. Çok ısınamıyorum. Bir de memleketin mevcut şartlarından bana nedense şımarıklık gibi geliyor. Türküz, melodramcıyız arkadaş, ne artizlik yapıyonuz diyesim var. Kumun Tadı bu şedid alerjime, gayet çirkef önyargılarıma rağmen kalıpları zorlayan, ahvali da çok sallamayan filim. Ve galiba bu o kadar da kötü birşey değil. Avrupa sinemasında muhtelif benzerlerini seyrettiğimiz göçmenlik dramlarından bir dram velfakat hiç dramatik bir film değil Kumun Tadı. Atmosfer ve biçim itibariyle Türkiye sinemasında Meleğin Düşüşü'nden sonra gördüğüm en radikal filmlerden biri açıkçası. NBC'de olduğu gibi Önel'in sinemasında da fotograf geçmişinin atmosfere katkısı büyük. Şahsen buna hiç karşı değilim. Zira genç kuşak yönetmenlerin çoğunda müşterek entelektüel, estetik kabızlığın beslenme alışkanlıklarıyla ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan Kumun Tadı hikayesi kimimizi çok açmasa, sinematografik anlamda çok şey vaat eden bir film. Hele Claire Denis filmlerini seviyorsanız. Ha bir de filmin kastının felaket olduğunu düşünüyorum. Timuçin Esen, Mira Furlan filan hiç olmamış.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eylül

Hakikati söylemek, toplumu savunmak

düğün ve nikahlara neden icabet etmiyorum